"ATATÃœRK VE DÄ°N" (2) |
Salı, 25 Eylül 2018 00:00 | |||
"ATATÃœRK VE DÄ°N" (2)(...dünden devam) EÄŸer ışığa yaklaÅŸmazlarsa kendilerini mahv ve mahkûm etmiÅŸler, demektir." (s. 15, Borak, 85-86; Karal, 66, ...) Yine din hakkındaki bir soruyu da şöyle yanıtlamış: "Din vardır ve lâzımdır. Temeli çok saÄŸlam bir dinimiz var. Malzemesi iyi, fakat bina uzun asırlardır ihmale uÄŸramış (bakımsız kalmış). ... Din, bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz, dine saygı gösteririz. Düşünceye muhalif (karşı) deÄŸiliz. Biz sadece din iÅŸlerini millet ve devlet iÅŸleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasta ve fiile (eyleme) dayanan taassupkâr hareketlerden sakınıyoruz. "Din lüzumlu bir müessesedir, dinsiz milletin devamına imkân yoktur." (s. 16-17) Münir Hayri Egeli'nin anlattığına göre, bir gün kendisinin, namaz kıldığını Atatürk'e söylemiÅŸler. Atatürk ona niçin namaz kıldığını sormuÅŸ. O da: "Namaz kılınca içimde bir huzur ve sükûn hissediyorum." DemiÅŸ. Meclistekiler gülüşmüşler. Atatürk gülenlere dönüp şöyle demiÅŸ: "Batmak üzere olan bir gemide bulunsanız her halde 'YetiÅŸ Gazi' demezsiniz, 'Allah' dersiniz. Bundan tabii ne olabilir?" Sonra Münir Hayriye dönmüş: "Dünyadaki iÅŸlerine zarar getirmemek ÅŸartıyla namazını kıl, heykel yap, resim de." DemiÅŸ. (s. 18) "Atatürk ve Hz. Muhammed bölümünde Atatürk'ün, Hz. Peygamber'den söz ederken "Hz. Peygamber", Peygamber EfendiÂmiz", "Fahr-ı Kâinât Efendimiz" ve Peygamber döneminden de "Peygamberimizin zaman-ı saâdetlerinde (onun mutluluk saçan çaÄŸÂlarında)" ÅŸeklindeki saygı ifadelerini kullandığı belirtilmektedir. 30.10.1922tarihli meclis toplantısında Saltanatın kaldırılmaÂsı görüşmelerinde Ä°slâm'da babadan oÄŸula intikal eden bir saltanat sistemi olmadığını belirttikten sonra Atatürk, Hz. Peygamber hakÂkında ÅŸunları söylemiÅŸtir: "... Arabi tarihlerinde bu akÅŸam Hz. Muhammed'in doÄŸum yıldönümüne rastlar. Ä°nÅŸallah bu hayırlı tesadüftür. Hz. Muhammed çocukluk ve gençlik günlerini geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nûrânî, rüşd-ü rüyette bedelsiz (akıl ve görüş doÄŸruÂluÄŸunda eÅŸsiz), sözünde sadık, hilm-ü mürüvvetçe (hoÅŸgörü ve mertÂlikçe) baÅŸkalarına üstün olan Muhammed Mustafa, bu seçkin vasıfÂlarıyla Muhammed el-Emîn (güvenilir, doÄŸru insan) oldu. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet (peygamberlik), kırk üç yaşında risalet (elçilik) geldi. Fahr-ı âlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler ve sıkıntılarla 20 yıl uÄŸraÅŸtı ve Ä°slâm dinini kurmaya ait peygamberlik vazifesini baÅŸardıktan sonra vâsıl-ı a'lây-i illiyyîn oldu (yüceler yücesine kavuÅŸtu)." (s. 24, Borak, 17) (devamı yarın..)
|