MÂUN SURESİNİN TEFSİRİ (6)
Salı, 04 Mart 2014 00:00

MÂUN SURESİNİN TEFSİRİ (6)

(...dünden devam)

Hasılı Araplar dinsiz insanlar değillerdi. Allah'a inanıyor, Allah için haccediyor, namaz kılıyor, bazıları zekât da veriyorlardı. Namazları rükû'lu ve secdeli, İslâmın namazına benzer idi. Fakat ibadet esnasında Allah'ın adı yanında başka tanrılar da anıyor, onların Allah ile kendileri arasında şefâ'atçi olacaklarını sanıyor, bu yüzden Allah'ın yanında onlara da tapıyorlardı. Namazları da ruhsuz, bir şekil ve gösterişten, gelenekten ibâret idi. Akıllarına estikçe bir gelenek olarak namaz kılarlar, fakat namazın ruhuna önem vermezlerdi. Onun için namazları, bir gösteriş ve eğlence haline dönüşmüştü. Namaz esnasında ıslık çalar, el çırparlar, böyle şamata ve gaflet ile kılınan namazın bir ibadet olduğunu sanırlardı. Gaflet ile, huzursuz, eğlence türünden kılınan namaz, gerçek anlamda ibadet değildir, o ibadet sahibine ahlâk faziletini kazandırmaz. Öyle insanların bütün çabası kendilerini insanlara beğendirmektir.

Namaz, kötü ve iğrenç şeylerden meneder" (Ankebût Sûresi: 45) buyurulduğu üzre gerçek namaz insanı fazilet, iyi ahlâk sahibi yapar.

İnsanı kötülüklerden alıkoyan, iyiliklere yönelten, zayıflara acıma duygusu veren en büyük etken hiç kuşkusuz âhiret inancıdır. Âhiret inancı olmayan kimseler, yetimleri, yoksulları, zayıfları düşünmezler. Onların kendi çıkarlarından başka düşündükleri nadirdir. Onun için bu sûrede âhirete inanmayan ve namazı da gaflet ile kılan, ibadetin ruhuna önem vermeyen insanların, başkalarını düşünmedikleri, gösteriş yaptıkları, samimi olmadıkları, başkalarına yardım etmedikleri anlatılmaktadır.

Peygamber (s.a.v.) ile onlar arasında en büyük sürtüşme nedeni, onların Allah'a ortak koşmaları ve âhirete kesin bir biçimde inanmamaları idi. Peki ama müşrikler âhirete inanmadıkları halde nasıl namaz kılıyorlardı? diye bir soru ortaya atılabilir. Bunun cevabı şudur:

Onlar, ruhun tekrar bedene girip kaldırılacağına, öldükten sonra insanın cismen dirilip yaptıklarından hesap vereceğine inanmıyorlardı. Ama içlerinden bazıları ruhsal bir âhiret hayatına inanıyor, çoğunluk ise ölümden sonra bir hayâtın olacağına kesinlikle inanmıyordu. Fakat geleneksel bir dinleri, bir ahlâk telâkkileri vardı. Hz. İbrâhîm ve İsmâîl'den kalma olduğuna inandıkları dinlerini sürdürüyorlardı. Yalnız bu dinin âhiret unsurunu boşaltmışlar, dini şirke bulayarak özünü bozmuşlardı. İşte Hz. Peygamber (s.a.v.) bozulmuş, asıl temel unsuru olan âhiret inancından soyutlanmış, eskimiş ve zamanla ruhunu kaybetmiş dini düzeltmek, aslı temizliğine kavuşturmak, ona tekrar ruh üfleyip canlılık kazandırmak ıçin gönderilmiştir.

 

***