HAL İLMİ (5)
Salı, 12 Kasım 2013 00:00

HAL İLMİ (5)

(...dünden devam)

 

Hal ve makamlarda oluşan bilgiler Allah vergisidir. Kazanımla elde edilmeyip Hak vergisi olan bu bilgilere Vehbî ilimler denilir. Bunların niteliği hakkında Ma’rifetnâme sahibi İbrahim Hakkı Hazretleri, çeşitli örnekler vermiştir. Hazret, önce şeyhi İsmail Fakîrullah’ın bu bilgilere erdirildiği Kuyu olayını anlatır:

Kuyu Olayı

Şeyh Hazretleri, 48 yaşına bastığı Hicri 1114 (1702) yılı Recep ayı sonunda (1702 Aralık ayı) kazara vefat etmiş olan bir komşusunun taziyesine gitmişti. Tillo köyünün her evinde bir kuyu bulunur. O komşunun avlu duvarı yakınında suyu çekilmiş, 21 metre derinliğinde, duvarı taşla örülü bir kuyu vardı. Bu tür susuz kuyuları yaz vakitlerinde yiyecekleri ve suları serin tutmak için kiler gibi kullanırlar, böyle kuyulara yiyecek ve meyveler asarlardı.

Şeyh Hazretleri, yemekten sonra, yatsı namazından önce kalkıp, odada bulunan cemaate: “Siz burada durunuz. Ben yalnız camiye gidip namaza hazırlanacağım” deyip odadan çıkmış. Üstü açık avluya yalnız başına gidip dış kapıdan çıkmak isterken kapının sağına bitişik duvar yanında gizli olan derin kuyunun dibine düşmüş; fakat haberi bile olmamış, düştüğü yerin, derin kuyu olduğunu da bilememiş; bir karıştan az bir çukura düştüğünü sanmıştır. Kuyu içinde dolanıp çıkış kapısı bulamayan Şeyh Hazretleri, orada vuku bulan bir hal ile aşk denizine dalmış, velâyet mertebesine ermiştir. Onun bu halini bilmeyen cemaat ise onu camide ve evde arayıp sormaya başlamışlar. Ancak bir müslüman çulha, o avlu içerisinde bulunan dükkânında bez dokurken, akşamdan dört saat sonra (gece ortasında) kuyunun içinden bu aşk adamının tatlı sesini almış, hemen halka haber vermiş, mahalle halkı mumlarla kuyunun başına gelmişler. Hazret ise kendinden geçme halinde bulunduğundan kimseden haberi olmamıştır. Kuyuya indirilen adamlar, Hazretin sarığının başında, ayakkabılarının da ayağında, her tarafının sapasağlam olduğunu, yalnız sol kaşının üstündeki kısmı bir tırnak kadar sıyrılmış bulunduğunu görmüşler. Hazreti çıkarıp evine götürmüşler.

Kendisi bu olayı anlatırken “Ben o kuyuya ne düştüğümü biliyorum, ne de beni oradan çıkardıklarını biliyorum. Beni çıkarmak isteyenlere: ‘Allah’ı severseniz beni bırakınız. Benim sizinle işim kalmadı. Benden uzak durunuz’ dermişim. Yalnız şunu hatırlıyorum ki iki adam beni tutmuş, mahalle başında eve götürüyorlar. Ve mahalle halkı, kadınlar, çocuklar çevremde kalabalık yürüyorlar. Herkesin elinde bir mum var. Bana yakın gelen, yüzüme bakıp sevinç ile, sağlığım için şükrediyor ve dönüp gidiyor.

İşte bu esnada gönül gözü açılmış, mânâ meclisinde evliyânın ruhlarıyla karşılaşmıştır. O anda her muradına ermiş, ne olmuşsa o anda olmuş ve aşk kadehiyle sarhoş olup tecellî nuruna ermiştir. Ruhun yeşil nuru o kuyuya yansıyınca onu yeşil kuyuya çekmiştir. Hattâ bu olaydan sonra bazı kasîdelerinde, sarhoşluk haline düşüşünde bu olayın payına işaret etmiştir:

وقعتُ بِئْرَ خَضْراء وطيها مرمر أحجار

وكان قعرها أذرُعٍ وجدتُه أقصَرَ أشبار

رأيتُ النورَ من بئْرٍ إلى فوق السموات

أضاء لى بضوء ما يضيئُه قطُّ أنوار

Duvarı mermer taşla örülü bir yeşil kuyuya düştüm

Derinliği birkaç arşın iken ben onu birkaç karıştan ibaret buldum.

Kuyudan göklerin üstüne çıkan bir nur gördüm.

O nur bana, asla dünya ışıklarının gösteremeyeceği bir aydınlatma yaptı; bana pek çok gizemleri gösterdi.

O ikinci Yusuf, bu karanlık kuyuda Yüce Allah’ın açık nurunu bulmuş ve Gönül Mısır’ında saygın aziz ve zamanın velîle­rinin canı ve sultânı olmuştur. Kuyuda içtiği sevgi kadehinden sekiz yıl sürekli istiğrak ile sarhoş kalmış; halktan da tamamen kenara çekilip ailesinden ve çocuklarından bile soyutlanmıştır; çünkü halktan uzak olanın, Hakk’a yakın olduğunu bilmiştir. Bunun için insanlardan kaçıp yalnızların dostu olan (yüce Mevlâ) ile tenha kalmış; huzur ve üns lezzetini tüm nimetlerden daha tatlı ve değerli bulmuştur.

(devamı yarın..)