HAL İLMİ (2)
Cumartesi, 09 Kasım 2013 00:00

HAL İLMİ (2)

(...dünden devam)

Cüneyd, bir dostuna yazdığı mektubun, bir yabancı tarafından açılıp okunmasına ve okuyan kimsenin bundan bir şey anlayamamasına üzülerek:

"Bu gibi sözleri avama (halka) söylememeyi, onlara anlayabilecekleri nisbette konuşmayı" tavsiye etmektedir (The Life, s. 35).

Onun için bazı sufilerin, sekir halinde söyledikleri sözlere şath adını vermişler ve bunlara uyulamayacağını tenbih etmişlerdir. Baye­zîd'in: "جزتُ بحْرًا وقف الأنبياءُ بساحلِهِ : Öyle bir deniz geçtim ki peygamberler onun kıyısında durmuşlardır", "سُبْحانِى مَا أعْظَمَ شَأنِى : Kendimi tesbih ederim, şanım ne kadar yücedir!" gibi sözleri bu tür sözlerdendir (Letaifu'l-Minen VI, 96 b Ayasofya, 2029).

İşte onların yazılarında kullandıkları bu kapalı ifadelerden İslâm Tasavvuf Terminolojisi doğmuş ve gelişmiştir. Tasavvufu kavrayabilmek için bu terimleri bilmek lâzımdır.

Serrâc'ın, al-Luma'inde, Sülemî'nin Derecâtu'l-muâmelât'ında, Kelâ­bâzî'nin at-Te'arruf'unda, Kuşeyrî'nin Risâlesinde, Herevî'nin Menâ­zil'inde, Kaşânî'nin, Istılâhâtu's-sûfiyye'sinde, İbn Kayyim'in Medâricu's-sâlikîn'inde îzâh ettikleri bu ıstılâhlar (terimler) iki çeşittir. Birincisi, Allah yolunda nefsiyle mücâhede eden bütün mü'­minlere mahsustur. İkincisi ise birincilerin sonucu olup Allah için özel sülûk yoluna giren sûfîlere, gönül erbabına mahsustur. Birinciler genel, ikinciler özeldir. Birincilere makām, ikincilere hal de denmiştir.

Makām( مقام ):

Kulun, riyazet ve mücahede ile vardığı dereceye makām denir. Herkesin makāmı, kendi oturacağı ve meşgul olacağı yerdir. Makām kesb ile elde edilir ve devamlıdır. İnsanın makāmda yerleşmesi, rüsuh kazanabilmesi için bir makāmın şart ve onun hükümlerini tam yerine getirmeden başka bir makāma atlamaması lâzımdır. Meselâ tevekkül bir makāmdır. Teslîm de bir makāmdır. Tevekkülde tam yerleşmemiş, tevekkülün bütün şartlarına riâyet etmemiş bir kimsenin, teslîme geçmesi doğru olmaz. Tevekkülü olmayanın teslîmi olmaz. Tevbesi olmayanın, inabesi de olmaz. Vasıtî, Neysâbur'a geldiği zaman Ebu Osman al-Hîrî'nin ashabına sordu: "Şeyhiniz size neyi emrediyordu?" Dediler ki: "Taatlere sarılmayı ve ibadet ve taat yaparken onda daima kusurlu olduğunu görmeyi emrediyordu." Vasıtî dedi ki: "Size tam Mecusîliği emretmiş. O ibadetleri sizde icadedip yapanı görüp onlardan tamamen gaib olmayı, onları yaptığının farkında olmamayı emretmesi gerekmez miydi?" Vasıtî bu sözüyle ibadetten vazgeçmeyi değil, ibadeti kendine mal edip kibir ve övünmeye düşmemeyi öğütlemiştir.

 

(devamı yarın..)