Gayb bilgisi hakkında bir açıklama
Perşembe, 21 Temmuz 2011 01:00
Gayb bilgisi hakkında bir açıklama

Yüce Allah Cin Suresi'nin 26 ve 27. âyetlerinde şöyle buyuruyor: "Gaybı bilen O'dur. Gizli bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler koyar."

Âyetlerde geçen "razı olduğu elçi" ifadesinde yüce Allah biz insanlara hangi mesajı ulaştırmak istemiştir? Bazı peygamberler gaybdan yüce Allah'ın izniyle haberdar olurken, kimi peygamberler de yine yüce Allah'ın isteğiyle gayb bilgisinden mahrum bırakılmışlardır sonucuna varmak mümkün müdür? Neden yüce Allah kimi peygam­berlerden razı değildir? Saygıyla ellerinizden öpüyor, yüce Allah'tan kalbinizi huzurla doldurmasını diliyorum. Yüksel Yılmaz. Sınıf Öğretmeni Çerkezköy

Cevap: Gözden gizli kalan şeye gayb dendiği gibi, duyularla algılanamayan, insanın bilgi sınırı dışında kalan şeye de gayb denilir. Daha genel bir deyimle: İnsanın gözlem ve deney sınırları dışında kalan şeye gayb denilir. Kur'ân'a göre varlıklar iki kısma ayrılır: Beş duyu ile algılanabilen maddî kâinât ki buna şehâdet âlemi denilir; beş duyudan gizli kalan metafizik âlem ki buna da gayb âlemi denilir. Bu ayırım yaratıklar içindir. Yaratan için gayb yoktur, hepsi görülür ve bilinir şehâdet âlemidir. Gayb âlemi, kâinâtın ruhu durumundadır.

Düşünce tarihinin başlangıcından bu yana, birçok hekîm, mutasavvıf ve filozofa göre asıl gerçek âlem, şu görünen şekiller dünyâsının ruhu olan gayb âlemidir. Görünen şekiller dünyası, o gerçek âlemin tecellîsi(görüntüsü)dür. Modern bilime göre de dış gö­rünüş, duyularımızın algılarından ibârettir. Meselâ ses, aslında bir titreşimdir. Atmosferin taşıdığı bu titreşim, kulağımızın zarına çarpınca beyinde mahiyetini bilmediğimiz bir işlem ile sese dönüşmektedir. Yani gerçekte ses, dış dünyadaki görünmez hareketin beyindeki bir tecellîsi (görüntüsü)dür. Işık dediğimiz parıltı da dış dünyadan bize gelmez. Bize gelen titreşimdir. İşte o titreşim, görme duyumuza çarpınca beynimizde ışık halinde algılanmaktadır. İmam Gazâlîye göre sıcaklık, soğukluk esasında birer titreşimdir. Bundan dolayı ısı ışığa, ışık ısıya dönüşebilmektedir. Koku ve tad da titreşen maddelerden gelen titreşimin, tat veya koku alma duyularında aldığı durumdur. Frekansları değişik titreşimlerin tecellîsi (görüntüsünü) değişmekte; kimi bizde ses, kimi sıcaklık, soğukluk; kimi koku ve tat halinde kendini göstermektedir. Hakikat olan bunlar değil, bunların dayandığı titreşim, yani harekettir. Biz hareketin kendisini değil, tecellîsini algılamaktayız. Hareket de kuşkusuz, görülmeyen bir hakikatin görüntüsüdür. O halde beş duyumuzla algıladığımız şu âlem, mutasavvıfların dediği gibi, aslında birer tecellî(görüntü)den ibarettir; bir gölge ve hayaldir. Asıl hakikat, görülmeyen gayb âlemidir. Hakikat görülmez, görülen, hakikatin tecellîsidir. Ancak gayb ve şehâdet diğer bir deyimle görünmez ve görünür âlem, yaratıklar içindir. Allah için bütün âlemler şehâdet (görünürler) âlemidir.

Gaybı bilen O'dur. “Gaybını kimseye göstermez. Ancak râzı olduğu elçiye gösterir. Çünkü O, elçisinin önüne ve arkasına gözetleyiciler (koruyucular) koyar (ona verilen bilgileri şeytânların kapmasına, yahut o bilgilere yanıltıcı şeyler karıştırmasına engel olur).” (Cin: 40/26-27)

Allah sizi gayba vâkıf kılacak değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer (ona gayb bilgisini gösterir). O halde Allah'a ve O'nun elçilerine inanın. Eğer inanır ve korunursanız sizin için büyük mükâfât vardır.” (Âli İmrân: 94/179)

Cin: 26-27, Âl-i İmran: 179. âyetler, Allah'ın gaybı herkese göstermediğini, ancak seçtiği elçilere gaybdan bazı bilgiler verdiğini, onlara verdiği bilgileri de koruma altında vahyettiğini, o bilgilere şeytân sözü karışmayacağını bildirmektedir. Verilen gayb bilgileri, peygambere gelen vahiylerdir: "O âyetler, sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir." (Âl-i İmran: 179) âyeti, peygamberlere verilen gayb haberlerinin, ona vahye­dilen haberler olduğunu bildirdijği gibi Ahkaf: 9. âyette de, Peygamber'in, Allah’ın vahiy, ilhâm veya keşif ile kendisine bildirdikleri dışında, geleceği bilmediğini vurgulamaktadır. O, Allah ile insanlar arasında bir elçidir. Allah'tan kendisine vahyedilenleri, hiçbir şey gizlemeden, bazı bilgileri özel bazı kişilere tahsis etmeden herkese duyurmuştur. Âyette, “Allah’ın razı olduğu elçi tabiri” bütün Hak elçilerinin ortak sıfatıdır. Bu söylemden, sanki Allah’ın razı olmadığı elçi de varmış gibi bir anlam çıkarmak yanlıştır. Çünkü Allah, razı olmadığını kendisiyle kulları arasında elçi yapmaz.

Vahiy dışında rüyâ, sezgi veya ilhâm ile bilgiler de verilir ki biz, peygambere gelen bu tür gayb bilgilerine mu‘cize, velî kullara verilen gayb bilgilerine de kerâmet diyoruz. Ancak bu tür gayb bilgileri, daha ziyade Hz. Peygamber’in kendi hayatı ve geleceği hakkındaki olaylarla ilgilidir. Buna bazı Kur'ân âyetlerinde de işaret edilmiştir. Meselâ Peygamber'in hanımlarından birine söylediği bir sırrı, o hanımın başkalarına söylediğinin, Peygamber'e bildirilmiş olduğu, Tahrîm 106/3'de anlatılmaktadır. Ama zamanla mu‘cize haberleri abartılmış, bire on katılarak anlatılmıştır. Özellikle gelecekle ilgili pek çok haber Peygamber'e söyletilmiştir ki, Hz. Ayşe'nin dediği gibi, geleceği Allah'tan başka kimse bilmez. Özellikle hiçbir alâmeti olmayan Kıyâmetin zamanı, bütün insanlardan gizlenmiştir.

Biraz önce meâlini yazdığımız âyetlerde, Allah'ın seçtiği elçilere bazı gayb bilgileri vermesi dışında kimsenin gaybı bilmeyeceği vurgulanmştır. Peki ama gelecekten haber veren, söyledikleri doğru çıkan birtakım kâhinler, büyücüler olduğu gibi ibâdet ile kemâl kazanmış bazı sâlihlerin, velîlerin kerâmetleri de görülmektedir. Bunların durumu, bu âyetlerin söylediklerine ters düşmüyor mu? İşte bu husus, İslâm bilginleri arasında ihtilâf konusu olmuştur.

Râzî’ye göre Cin: 26-27. âyet, Allah'ın bütün gayb bilgisi hakkında değil, sadece kıyâmetin vaktini bilme hakkındadır. Çünkü bu âyet, "Size vaadedilenin yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilmem" âyetinden sonra gelmiştir. Razî, Görüşünü ispat için Hz. Muhammed’in peygamberliği arefesinde Yemen’de Şıkk ve Satîh adlı kâhinlerin, onun geleceğini bildiren yorumlarından söz ederek der ki:

“Bu âyetten amacın, Allah'tan başka kimsenin muğayyebâtı bile­meyeceğini anlatmak olmadığı, şu delîllerle de sâbittir: Tevâtüre yakın bir kuvvetle gelen rivâyetlere göre Şıkk ve Satîh adlı iki kâhin, Peygamber(s.a.v.)in durumunu, henüz o gelmeden önce söyle­mişlerdi. Bun­lar bu konuda Arap toplumunda ünlü idiler. Hattâ Kisrâ bile bunlara başvurmuştu. Bu da gösterir ki yüce Allah, elçi olmayan bazı kimselere de, bazı gayb bilgilerini gösterebilir. Kezâ Milel sâhipleri (din ve mezhep tarihçileri), bazı rüya ta‘bîrcilerinin geleceğe ilişkin sözlerinin çıktığında oybirliği içindedirler. Melikşâh'ın oğlu Sultan Sencer bir kadın kâhini Bağdâd'dan Horasan'a getirtmiş, gelecekten sorular sorduğu bu kâhinenin söyledikleri aynen çıkmış. Kelâm ve felsefe bilimlerinde uzman bazı kimseler de bana bu kâhinenin haber verdiği birtakım gaybî olayların, bütün ayrıntılarıyla çıktığını söylediler… Ayrıca biz bu hususu, doğru ilhâm sahiplerinde de görmekteyiz… Şimdi biz, Kur'ân bu görülen şeylere aykırı şeyler söylüyor, dersek, Kur'ân taşlanmağa ma‘ruz kalır. Öyle ise âyeti, bizim yaptığımız biçimde yorumlamak gerekir.” (Mefâtîhu’l-Ğayb: 30/168)

Râzînin sözlerinde abartı bulunduğu gibi, onu reddeden Şevkânî'nin sözlerinde de abartı vardır. Esasen âyetin açıklaması, Kur'ân’ın ken­disinde vardır. Saîd ibn Cübeyr'in dediği gibi Allah’ın, gayb bilgisini açacağı elçi, peygambere vahiy getiren melektir. Bu takdirde gizli bilgiyi melek, Allah'tan alıp peygambere getirir. Asıl gaybı bilen Allah ta‘âlâdır. Gaybın hazînelerinin anahtarları O'nun elindedir. O, gaybını tamamen açıp da kimseye göstermez. Dilediği kuluna, melek aracılığı ile bazı gayb bilgileri verir. Buna göre gayb bilgisi verilen kimsenin mutlaka peygamber olması şart değildir. Çünkü melekler sâlih kişilere de ilhâm ederler. Hadîsi şerîfte: "Âdem oğluna şeytânın da bir dokunuşu, meleğin de bir dokunuşu vardır" (Tirmizîe, Tefsîr, Sure: 2) buyurulmuştur. Şeytânın dokunması vesvese, meleğin dokunması ilhâmdır.

Şayet âyetteki elçiden amaç melek değil de peygamber ise, bu da Allah'ın bütün gayb bilgilerini peygambere göstereceği anlamını taşımaz. Ancak ona bazı bilgiler verir. Cin: 27 ve Âli İmrân: 179’ncu âyetlerde peygamberden başka hiç kimseye gayb bilgisinin verilmeyeceğine dair bir kanıt yoktur. Âyetten, bütün insanlara değil, ancak Allah'ın râzı olduğu elçiye, râzı olduğu kuluna bazı bilgiler vereceği sezilmektedir. Nitekim Kehf Sûresinde, Allah'ın, bazı sâlih kullarına ledünnî bilgi (kendi katından gayb bilgisi) verdiği anlatılmaktadır (Kehf: 66). Kulların en temizi Peygamber olduğu için âyette o anılmıştır. Ondan başkasına da bilgi verilebileceğinden söz edilmemiştir. Buna gerek de yoktur. Fakat Allah'ın rahmeti geniştir, Rabbânî feyzi taşmağa devam eder. Allah sevgisiyle gönüllerini temizleyen kullar da meleğin ilhâmıyla bazı gizli bilgiler alabilirler. Ama bunlar çok sınırlıdır. Katıksız, kesin gaybı, genel olarak geleceği Allah'tan başka kimse bilmez. "Bu ümmet içinde kendisine ilhâm olunan kişiler vardır, Ömer de onlardandır" (Buhârî, Fadailu’s-Sahâbe: 6; İbn Hanbel, Müsned: 6/55) hadîsinin de işâret ettiği üzere ilhâm, bütün gayb bilgisinin insana verilmesi değil, o bilgiden bir parıltının kalbe akma­sıdır. Gerçeği, mutlak gaybı ancak Allah bilir. Ümmet içinde sâlihlerde görülen kerâmetler, Peygamber için mu‘cizedir. Çünkü onlar, Peygamber'e tâbi‘ olmakla o makama ermişlerdir.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş