BİR MAKALENİN ÖYKÜSÜ (3)
Çarşamba, 03 Temmuz 2013 00:00

BİR MAKALENİN ÖYKÜSÜ (3)

(...dünden devam)

Biz hâşâ, dini siyasete âlet etmeyiz. Bizim canımız yüce Kur’ân’a ve onun uğruna fedadır. Kur’ân, Allah’ın rahmetine ilticâ eden bütün insanlara İlâhî rahmeti sunar. Allah’ın bol rahmetini daraltmaz. Bütün kulları Allah’a çağırır. İnsanlığa ümitsizlik değil, ümit aşılar. Karamsarlık değil, sevinç ve ferahlık aşılar. Kur’ân’ın aydınlık, ümit, rahmet yolunu karartmaya, Allah’ın bol rahmetini daraltmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Bir köylü, Hz. Peygamber’in yanında: “Allah’ım, bana ve Muhammed’e rahmet et!” şeklinde duâ edince Resul-i Ekrem Efendimiz: “Sen Allah’ın bol rahmetini daralttın!” buyurmuştur. Öyle ya, Allah’ın rahmeti bütün kullara yetişir. Yeter ki kul, o rahmete koşsun. Çünkü yüce Allah, kendisine bir karış yaklaşana iki karış yaklaşır, bir kulaç yaklaşana iki kulaç yaklaşır. Kendisine yürüyerek gidene koşarak gelir. Hadîs-i Kudsî ile belirtilen bu ifadeler, Allah’ın kullarına olan sevgi, şefkat ve merhametini sembolize etmektedir.

Allah, hangi kulunu daha çok sever? Bunu ancak kendisi bilir. Allah’ın velî kullarının bazılarından, Allah’ın bir lütfü olarak kerametler (olağanüstü şeyler) zuhur eder. Bu, onların velîliğinin işareti olabilir. Fakat kulun, Allah katındaki mertebesini tam belirtmez. Çünkü Allah katında hangi kul, hangi velî en yüksektir, bunu ancak Allah bilir. Herhangi bir kulun, Allah katında en yüksek dereceye eriştiğini söylemek, peygamberlik iddiâ etmek demektir. Zira Allah’tan vahiy alan yalnız peygamberlerdir. Allah ile haberleşmeyen kimselerin, bir kul hakkında “en yüksek dereceyle erişti” demeleri, boş zandır, iddiadır, hattâ saçmadır. Allah ile konuşmadığına, Allah kendisine böyle bir şey söylemediğine göre bunu nereden biliyor? Eğer bizzat Allah ile temas kurmuş O’ndan melek vasıtasıyla vahiy almışsa o zaman peygamberdir. Hâlbuki Hz. Muhammed(s.a.v.)den sonra peygamber gelmeyecektir. O halde üstünlük iddiâsı tamamen saçmadır.

Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm, bize neyi haber vermişse, biz ancak onu bilebiliriz. O, ashâbı içerisinde yalnız on kişiyi cennetle müjdelemiştir ki bu mübarek insanlara Aşere-i Mübeşşere (Müjdelenmiş on kişi) denilir. Bunların cennete gideceklerine yemin etsek yeminimizde yalancı çıkmayız. Ama bunun dışında hiç kimsenin Allah indindeki kadir ve menziletini bilemeyiz. Ancak biz, herkes hakkında hüsnü zan besleriz. Hattâ herkesi Allah’ın velîsi (sevgili kulu) sansak daha iyi olur.

“Her gördüğünü Hızır bil, her geceyi Kadir bil!” demişler.

Müslümanları birleştirmek, toplayıcı olmak, din adamının vazifesidir. Camiye, orduya ve okula siyasetin girmesine karşıyız. Biz camiye siyaseti sokmadık. Ama camiye siyaseti sokanlara, camii çıkarlarına âlet etmek, Müslümanları bölmek isteyenlere engel olmaya çalıştık. Hepsi bu kadar. Bizim amacımız, camide parti propagandasının yapılması değil, İslâm’ın doğru dürüst halka tanıtılmasıdır. Cami, partili, partisiz bütün vatandaşların huzur duyacağı bir yerdir ve öyle kalmalıdır. Parti havasının girdiği cami, toplayıcı olma vasfını kaybeder. O zaman din, özelliğini, sâfiyetini yitirir.

Diyaneti Vahhâbî, ehl-i sünnet dışı göstermek isteyenler vardır. Bunu böyle söyleyenler, aslında Vahhâbîliğin ne olduğunu bilemeyecek kadar bilgi yoksunudurlar. Diyanet Teşkilâtının Vah­hâbîlikle hiçbir ilgisi yoktur. Biz Ehl-i Sünnet yolundayız ve bunun müdafaasını yapmaktayız.

Şurası iyi bilinmelidir ki resme bakıp ondan feyiz umma, Ehl-i Sünnet’in kabul edeceği bir şey olmadığı gibi, hurâfelerden uzak tasavvufun da kabulleneceği bir şey değildir. Tasavvufun amacı, şekilleri ortadan kaldırmak, bütün maddî varlıkları unutup yüce Allah’ta fâni olmaktır. Yoksa resimlerden medet ummak, peygamberler ve Aşere-i Mübeşşere dışında herhangi bir insanı Allah’ın en sevgili kulu diye takdim etmek, onu sevmeyenlerin mutlaka cehenneme gideceklerini söylemek, Kitabımıza ve sevgili Peygamberimizin koyduğu prensiplere aykırıdır.