BİR MAKALENİN ÖYKÜSÜ (1)
Pazartesi, 01 Temmuz 2013 00:00

BİR MAKALENİN ÖYKÜSÜ (1)

 

1977 yılı idi. Diyanet İşleri Başkanlığına birçok milletvekili, hatırlı kişiler başvurur, yasalara aykırı tayin ve nakiller yapmamızı isterlerdi. Ben böyle şeylerden rahatsız olur ve kim olursa olsun, haksız kayırma tekliflerini reddederdim. O zaman, bilinen bir cemaat üyesi olup müftülükten Milletvekilliğine seçilmiş olan zat, Mecliste aleyhimizde atıp tutmuş, “... Diyanet İşleri Başkanlığına zinhar bir milletvekili gitmesin... Sanki babasını vurmuşsunuz, adamın suratı bin parça yere bakıyor. Bir defa gayet makul bir emekli işleminin neticesini sormak için gittim. Personel Başkanı durmadan yazı imzalamaktadır. Yüzüme bile bakmıyor. İmzalıyor, çeviriyor, imzalıyor, çeviriyor, gene imzalıyor....”

Mecliste aleyhimize bu konuşmayı yapan adamın bağlı bulunduğu tarikat cemaati cennete giden yolun, sadece kendi mürşitlerinin yolu olduğuna, onun yoluna girmeyenlerin, hiçbir suretle cennete giremeyeceklerine inanıyorlardı. Bu inanç onların kitaplarında, takvim yapraklarında yansıtılmaktaydı.

36 yıl önce bu olay üzerine, o zaman başmakalesini yazdığın Diyanet Gazetesi’nde yayınladığım makaleyi şimdi okurlarımla paylaşmak istiyorum:

 

KÖLE OLAMAYIZ

Doç. Dr. Süleyman Ateş

Diyanet İşleri Başkanı

 

Müslüman, Cenabı Hakk’a teslim olmuş, O’nun takdirine inanmış, O’nun yaptıklarına gönülden razı olmuş insandır. Kâinâtta Allah’ın iradesi dışında bir yaprağın deprenemeyeceğini, O’nun izni olmadan hiçbir şeyin vuku bulmayacağını bilir. Cenâbı Mevlâ, ne dilerse o olur. Allah, bir insana hayır diledi mi, dünya toplansa o hayrı o adamın elinden alamaz. Allah bir insana bir şeyi vermek istemeyince de dünya toplansa Allah’ın vermediğini ona veremez. İşte bu inanca sahip insan, hayrı da, şerri de yaratanın Allah olduğunu, her şeyin O’dan geldiğini bilir. Her iyiliği Allah’tan bilip O’na hamdeder. Her kötülükten yine O’na sığınır.

“Hallâk-ı rahîm Oldur, Razzâk-ı kerîm Oldur,

Fa’âl-i hakîm Oldur    Mevlâ Görelim Neyler

Neylerse güzel eyler”

Mü’min, yaptığı işlerin, Allah’ın rızasına uygun düşmesine çalışır. Bütün arzusu ve ümidi, yalnız O’nun rızasıdır. Şunun bunun beğenmesini değil, Allah’ın beğenmesini bekler. İnsanları memnun etme uğruna Allah’ı gücendirmez. Çünkü Allah’ın güceneceği bir işte insanlardan bazılarını memnun etmek adaletsizliktir, rüşvettir, iltimastır, hakkın, asıl sahiplerinden alınıp haksız olanlara verilmesidir. Resul-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, yapacağımız işlerde insanları memnun ederken yüce Hāliki gücendirmemeyi öğütlemiştir. İşte gerçek Müslüman’ın prensibi budur. Yani onun ölçüsü, insanların beğenmesinden çok Allah’ın rızasıdır. O, bazı kimseler tarafından kınansa dahi Allah’ın buyruğunu yapmaktan çekinmez. Yüce Allah, Mâide Suresi’nin 54’ncü âyetinde Allah’ı seven ve Allah‘ın sevdiği insanları: “Allah yolunda cihadeden ve kimsenin kınamasından korkmayan” kimseler olarak nitelendir­mektedir. Allah’ın buyruğunun yerine getirilmesi, adalet ve mutlu­luğun ta kendisidir.

Gazetelerden okuduğumuza göre birkaç gün önce sayın milletvekillerinden birisi, Mecliste Diyanet İşleri Başkanlığı aleyhinde konuşmuş, Başkanlığımızın tutumunu yermiş, “Dini siyasete âlet ettiler, bir milletvekili Diyanete gitmeyiversin, adamın suratı bir karış!...” demiş. Buna benzer sözler söylemiş. Söyleyebilir, nasıl olsa bizim Meclis Kürsüsünde cevap verme hakkımız yoktur.

Şunu belirtmek lâzımdır ki hiç kimseye karşı suratımız asık değildir ama haksızlığa, haksız tekliflere, iltimaslara suratımız asılır. Milletimizin sayın temsilcilerine saygımız vardır. Milletin haklı dâvalarını bize getirdikleri zaman suratımız asılmaz, bilâkis memnun oluruz. Millete hizmet yolunda onlardan destek almayı arzu ederiz. Fakat hiç kimsenin, haksız işlere aracı olmasını gönlümüz arzu etmez.

(devamı yarın..)