REENKARNASYON HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜMÜZ (8)
Pazartesi, 25 Mart 2013 00:00

REENKARNASYON HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜMÜZ (8)

(...dünden devam)

Yalnız cumhûrun reddettiği tenâsüh ile, bu anlattığımız, olgunlaşmamış ruhların beden değiş­tirmesi görüşü (reenkarnasyon) arasında bir fark vardır: Tenâsüh, kötülük yapmış olan kişilerin ruhlarının, azâb çekmek üzere hayvan bedenlerine girerek dünyaya gelmesidir. Bizce bu, Allah’ın koyduğu evrim yasasına aykırıdır. Çünkü insanlık mertebesine kadar evrimleşmiş bir ruh, bu mertebeden aşağı düşmez. Suçunu çekmek üzere yine insan bedenlerine geçirilir. Evrim geriye gitmez. Suçlu ruh, cezâsını, sıkıntı çekeceği bir beden içinde dünyâya gelerek öder; sıkıntı çektikçe de olgunlaşır. Azâb, sıkıntı gibi gelen eylemler ve haller aslında ruhu olgunlaştırır; onun için çektiği azab, Allah’ın rahmetidir, fakat kul bunun farkında olmaz.

Bu izah, âhireti inkâr değildir. Olgunlaşmış ruhlar, soyut biçimde, huld cennetinde ebedîlik içindedirler. Ama suçlular oraya giremezler. Bir süre rûhânî azâb da çekerler; fakat Rahmân olan Allah, onları arındırmak ve yüceltmek için yeni bedene gönderir. Zaten cehennemin, cennet gibi ebedî olmadığı da yine kesin delîlle sabittir.

“İlk defa Hind'de ortaya çıkan tenâsüh inancı, üçyüz yıl sonra Mısır'a atlamış ve Mısırlıların inançlarına uygun bir şekle sokulmuştur. Böylece Hindistan’da ruhun bedenden bedene geçeceğine inanılırken Mısır'da yine kendi bedenine gireceğine inanılmış ve bunun için beden mumyalanmıştır.Buinançböyleuzun zamansürmüştür.Sonra Hıristiyanlık ve İslâm gelmiş, bu inancı değiştirmiştir. Kur’ân'da bizim, ölümden sonra nîmet veya azâb göre­ceğimiz ve dünyâdaki eylemlerimize göre haşredileceğimiz bildirilmiştir. Kimi Kıyâmette Rabbine bakar, kimi üzüntü içinde kalır. Ruhun bedenden bedene geçeceği söylenmemiştir.” (el-Cevâhir: 20/28)

İslâm âleminde de tenâsühe inananlar vardır. İhvânu's-Safâ (Safâ Kar­deşler) Risâlelerinde Derileri piştikçe, azâbı tatsınlar diye onlara başka deriler vereceğiz...” (Nisâ: 98/56), âyeti tenâsüh anlamını verecek şekilde yorum­lanmaktadır.

"Biz onları yarattık, yapılarını sıkıca bağladık. Dilediğimiz zaman onları benzerleriyle değiştiririz.” (İnsan: 90/28)

“Nutfeden yarattı, ona biçim verdi. Ona (anakarnından çıkma) yolunu kolaylaştırdı. Sonra onu öldürdü, kabre koydurdu. Sonra dilediği zaman onu yeniden diriltti.” (Abese: 24/19-22) âyetleri de bu anlamda yorumlanmağa müsâit bulunmuştur. Fakat cumhûra göre tenâsüh tezi bâtıldır. İnsan rûhu, bedenden ayrıldıktan sonra tâ Kıyâmet e dek tekrar bedenlenip dünyâya dönmeyecektir.

Hatay yöresinde anlatılan olaylar

Hatay, Antakya, Adana yörelerinde ölen kişinin, birkaç saat sonra doğan çocuğa girip dünyaya geldiği hakkında olaylar anlatılmaktadır. Bu tür olaylar reenkarnasyonun varlığına delil oluşturacak güçte değildir. Zira bilindiği üzere anne karnında bebek, 3-4 aylık iken hareket etmeğe başlar ve anne, karnındaki bebeğin darbelerini hisseder. 16 haftalık bebeğin beyni de, hareketlerini sağlayacak ve yönetecek duruma gelmiş ve tamamlanan vücut organları arasında iletişim sağlanmış olur. Yani bebek artık ruhuyla bedeniyle başka bir insan olmuştur. Cenînin ruhu, bedenle birlikte gelişmektedir. Ölen kişinin ruhunun, ölümden birkaç saat sonra doğan bebeğin bedenine girip o bedenle dünyaya gelmesi için doğan bebeğin, doğumundan birkaç saat öncesine kadar ruhsuz olması gerekir. Ruhsuz bedenin ne gelişmesi, ne de doğması mümkündür.

O halde bu anlatılan vakaların anlamı nedir? Şayet anlatılanlar doğru ise bu, ölenin ruhunun, bebeğin ruhuyla bağlantı kurması, onun beynini etkilemesi anlamında düşünülebilir. Yani o ruh, bu bebeğin ruhuyla irtibat kurup onu etkiler ve o çocuk da 3-4 yaşına geldiğinde kendisinin ölen kişi olduğunu sanır. Onun etkisinde olduğu için onun yaşadığı olayları anımsayıp söyler. Gerçekte çocuğun asıl ruhu, daha önce ölmüş olan kimsenin ruhu değildir, ama o ruhun etkisinde kaldığından onun yaşamış olduğu olayları anımsamaktadır. Eğer anlatılan vakalar doğru ise kanaatime göre ancak böyle açıklanabilir. Bu, reenkarnasyon değil, ruhlar arası bir etkileşim sonucudur. Nitekim tasavvufta da sülûk esnasında bazı kimselerin, cezbe sonucu şeyhlerinde, Allah Elçisinde kendilerini kaybedip şeyhlerinin veya Allah Elçisinin kendilerinde göründüğü ve tasarruf ettiği halleri anlatılmaktadır. Bu hale fena fişşeyh, daha ilerisi fena firresul, daha da ilerisi fena fillah (Allah‘ta yok olma, kendini Allah’ın varlığında kaybetme) halidir. Gerçeği Allah bilir.  

(devamı yarın..)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş