BUGÜN BAYRAM
Perşembe, 25 Ekim 2012 00:00

BUGÜN BAYRAM

Bizi bir bayrama daha sağlık içinde ulaştıran Allah’a ham­dolsun. Bayramınız mübarek olsun. Îd-i Adhâ denilen Kurban Bayra­mında hali vakti yerinde olan Müslüman’ın, kendisi ve ailesi için bir kurban kesmesi sünnettir. Çünkü Hz. Peygamber (selâm ona) kur­banın, Hz. İbrahim’in sünneti olduğunu buyurmuştur. Kurban kesmenin asıl amacı, et bulamayan yoksullara yardım etmektir. Zira Kur’ân, Hac: 37. Âyetinde: kurban olarak kesilen hayvanların etlerinin ve kanlarının Allah’a ulaşma­yacağını, Allah’a ulaşanın, kişinin gönülden Hakk’a bağlılığı oldu­ğunu vurgulamaktadır. Ayrıca Kur’­ân, kurban etlerinden sahibinin yemesini ve fakirlere yedirmesini emretmektedir. Demek ki asıl amaç, kan akıtmak değil, et bulamayan yoksullara yardım etmektir.

Kurbanın Vakti:

Kurban, bayramın birinci, ikinci ve üçüncü günlerinde kesilir. Birinci günü kes­mek daha iyidir. Gece kurban kesmek mekruhtur.

Kurbanın Eti:

Kurbanın etini üçe ayırmak, bir bölümünü ailesine bırakıp bir bölümünü fakirlere, bir bölümünü de eşe dosta dağıtmak daha uygundur. Kurbanın etini, derisini tamamen sa­daka vermek ise daha makbuldür. Ancak kurbanın etinden bir parça yemek sünnettir.

Kurban kesilecek hayvanlar:

Deve, sığır, koyun ve keçidir. Bunların erkeği de dişisi de kurban edilebilir. De­venin beş yıllığı, sığırın iki yıllığı koyun-keçinin bir yıllığı yahut gösterişli olan altı aylığı kurban edilebilir.

Koyun-keçi sadece bir ailey kurban olabilir. Ancak sığırı yedi aile, deveyi on aile ortaklaşa kurban kesebilir.

Bazı ai­leler birden fazla kurban keserler. Gerçekte bir aileye bir kurban yeter. Birden fazla kurban kesmek isteyen, bir tane kessin, diğer kurbanların parasını yoksullara versin.

Kurban nasıl kesilir?

Kurbanı keserken hayvana eziyet etmemeli, kesme yerine incit­meden götürmeli, öteki hayvanların gözü önünde değil, ayrı bir yerde kesmelidir. Keserken keskin bıçak kullanmak lâzımdır. Hayvanı yatırıp hazırladıktan sonra “He­nüz elini hayvanın boğazına dokun­durmadan:

İnnî veccehtu vechiye lillezî fatara's-semâvâti ve'l-arda hanî­fen vemâ ene mine'l-muşrikîn. İnne salâtî ve nusukî ve mah­yâye ve memâtî lillâhi rabbi'l-âlemîn la şerîke leh ve bizâlike umirtu ve ene evvelu'l-muslimîn. Allahumme tekabbel minnî ke­mâ takabbelte min İbrâhîme halîlike ve Muhammed'in habîbike (Yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah'a, O'nun birliğine inanarak çevir­dim. Ben müşriklerden değilim. Benim namazım, ibadetim, hayatım ve ölümüm hep âlem­lerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben (Allah'a) teslim olanların ilkiyim. Allah'ım, dostun İbrahim'den, sevgili kulun Muham­med'den kabul buyurduğun gibi benden de kabul buyur)” diye dua etmeli ve:

“Bismillah! Allâhu ekber, Allâhu ekber, Allâhu ekber, lâilâ­he illâllahu vallâhu ekber Allâhu ekber ve lillâhi'l-hamd. Bismillah! Allâhu ekber” deyip hemen kesmelidir.

Bayram, dostlukların tazeleneceği, kardeşliğin pekiştirileceği, küslerin barışacağı huzur günüdür. Dargın olanlar derhal barışmalı, birbirlerine kardeşçe sarılmalıdırlar. Dargınlık, kızgınlık insana hiçbir şey kazandırmaz, vicdanı rahatsız eder. Dün­ya geçicidir. Baki kalan bu kubbede bir hoş sedadır. Tüm dünya varlığı bir damla gözyaşına değmez. Gönül kırmak Allah’ı gücendirir. Mazlumu inciten Hakk’ı incitmiş olur.

Değerli kardeşlerim, din ahlaktır. Maalesef dünyanın her yanında, özellikle ülkemizde çok kötü şeyler oluyor. Cinayetler işleniyor, işyerine saldırıp sahibini öldürenler, birkaç kuruş için cana kıyanlar artıyor. Bunların en korkuncu da Güneydoğu illerimizde estirilen terördür. Polislerimiz, askerlerimiz hunharca şehid ediliyor. Beyni yıkanmış, düşünce yetisini kaybetmiş insanlar, askerlerimize tuzak kurup hayatının baharındaki ana kuzularını, gencecik Mehmetleri katletmekten hiç çekinmiyorlar; onca günahsızın çanına kıymakta hiç sakınca görmüyorlar.

Niçin yapıyorlar bunu? Ne kazanacaklar? Âhirete inananlar böyle bir şeye cesaret edemezler. Çünkü bir cana kıyanın bütün insanlığı katletmiş gibi bir sorumluluk altına gireceğini, o masumların kanlarının, varılacak ebedi­yet yurdunda hesabının sorulacağını bilirler. Allah’a ve ahirete yürekten inananların temel nitelikleri doğruluk, yalan söylememek, cana kıymamak, zina etmemektir. Bu yasakları çiğneyen, masum kanı döken insanlar sonsuz âlemde cezasını kat kat çekerler. Bu hayat son değil, ölüm yok olmak değil, ebedi hayata adım atmaktır.

Mü’min insan, en az kendisi kadar başkasını da düşünen, yanı başındaki komşusu aç veya sıkıntı içinde iken rahat edemeyen, onun acısını paylaşan, hafifletmeye çalışan insandır.

Değerli kardeşlerim, bayram, güzel ahlâkın en güzel biçimiyle sergilenmesi gereken sevinç, barış günüdür. Kırgınlıkların, kavgaların temel nedeni dünya, para, mal mülk sevgisidir. Üç günlük dünya için gönül kırmaya, can yakmaya değmez. Değmez emin ol hayat bir damla gözyaşına.

Kimseye bâki değildir mülk-ü devlet sîm-ü zer

Bir harap olmuş gönül tamirin etmektir hüner!

Şair diyor ki: mal mülk, mevki, altın ve gümüş hiç kimse için kalıcı değildir. Asıl marifet, asıl hüner, yıkılmış, buruk bir gönlü onarmaktır.

İyiliğe karşı iyilik her yiğidin kârı ama kötülüğe karşı iyilik mert yiğidin kârıdır. Fussilet: 34-36. Âyetlerde kötülüğün en güzel biçimde savılması, yani kötülüğe karşı iyilik yapılması, böylece düşmanlığın dostluğa çevrileceği vurgulanır. Elbette iyilikle kötülük bir olmaz. İyi söz katı kalbleri yumuşatır. Kaba söz düşmanlık uyandırır. Âyette, nefse ağır gelen bu tavsiyenin ancak sabredenler, dünya ve âhiret mutluluğundan nasibi olanlarca kabul edilip uygulanacağı belirtiliyor. İşte dünya ve âhi­retten payı olanlar onlardır. Şeytanın insanı dürtükleyip taşkınlığa itmeğe çalışması halinde hemen Allah'a sığınmak gerekir.

Hayatın her yönü gerçekte manevi bir sınavdır. Allah dilediğini zenginlikle, dilediğini yoksullukla sınar. İnsan, Allah’ın kendisi için uygun gördüğünü, takdir buyurduğunu gönül hoşluğuyla karşılayıp “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” diyerek O’na teslim olur ve şük­rederse mutlu olur. Kim bilir belki yoksul olması hakkında hayırlıdır. Zengin olsa başına felâketler gelecektir. Her zengin mutlaka mutlu değildir. Mutluluk para ile, dünya varlığı ile olmaz. Allah’a yakınlık zenginlik veya fakirlikle değil, gönül temizliğiyle sağlanır. Sabreden fakirler Allah’a daha çok bağlı olurlar.

Genellikle kişi zenginleştikçe şımarır, azar, hattâ Allah’ı dahi tanımaz olur. İşte: Hayır, (Rabbi’nin bu kadar iyiliğine, lütfuna rağmen) insan azar. Kendini zengin (kendine yeterli) gördüğü için” (Alak: 6-7) âyetlerinde insanın, zenginlik hissine kapılıp gurura düşmesinin, kendisini nasıl bir felâkete sürüklediğini belirtmektedir. Zenginlikle şımarıklığa düşecek kimseler için zenginlik felâkettir. Çünkü o kimsenin yoksullaşan ruhu ıstırap çekecektir. Peygamberimiz, zenginliğin mal çokluğu olmadığını, asıl zenginliğin gönül zenginliği olduğunu belirtmişlerdir.

Kul gözetim altında bulunduğunu hiç ama hiç unutmamalıdır: "Yaptığınız iyiliği, açığa vurur veya onu gizlerseniz yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki) Allah da affedicidir, güçlüdür." (Nisâ: 98/149) buyurulmaktadır.

İslâm’ın hoşgörü ruhunu anlatan bu âyet, insanları Allah rızası için iyiliğe ve kusurları affetmeğe yöneltiyor. Kişinin, elinin altında çalışan hizmetçilere, işçilere güzel davranması, Kur'ân'ın emridir. Ebûzer el-Ğifârî (r.a.) şöyle diyor:

“Benimle kardeşlerimden bir adam arasında bir hâdise oldu. Bu adamın annesi yabancı idi. Kendisini annesinden ötürü kınadım, ona hakaret ettim. Beni Peygamber(s. a. v.)e şikâyet etti, Peygamber (s. a. v.) ile karşılaştığımda bana:

–Ey Ebûzer, sen, içinde câhiliyyet ahlâkı bulunan bir adamsın! dedi. Dedim:

–Ya Resulallah, Kim adamlara söverse onlar da onun babasına anasına söverler. (O bana sövdü, ben de onun anasına hakaret ettim). Buyurdu ki:

–Ey Ebûzer, sen içinde câhiliyyet ahlâkı bulunan bir adamsın. Onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah onları sizin ellerinizin altına vermiştir. Yediklerinizden onlara da yediriniz. Giydiklerinizden onlara da giydiriniz. Onlara ağır işler teklif etmeyiniz. Eğer ederseniz onlara yardım ediniz!” (Müslim, Eymân: b. 10, h. 38; Buhârî, Îmân: b. 22, h. 28)

Bu Peygamber öğütünden de insanların, Allah katında eşit oldukları, herkese saygılı davranmak gerektiği anlaşılır.

Hz. Peygamber (s.a.v.) ölüm hastalığında dahi hizmetçilere, zayıflara iyilik edilmesini tavsiye etmiş: “Namaza dikkat ediniz! Namaza dikkat ediniz! Elinizin altında bulunanlar hususunda Allah’­tan korkunuz!” buyurmuştur (Ebû Dâvûd, Edeb: 124; İbn Mâce, Vasâyâ: 1).

Bir hadîse göre kişinin kendi nefsine, çocuğuna, karısına ve hizmetçisine yedirdikleri, kendisi için sadaka olmaktadır (Müsned: 4/131).

Allah’ın Resulü (s.a.v.), hizmetçi yemek getirdiği zaman onu sofraya oturtup beraber yemek yemeyi tavsiye etmiş, sofrada oturtmayacaksa, yemekte gözü kalmaması için hiç değilse ona bir iki lokma vermeyi emretmiştir (Buhârî, At‘ime: b. 55, h. 1252; Müslim, Eymân: b. 10, h. 42). Resulûllah'ın bir öğütleri de şudur:

“Üç şey var ki kimde bulunsa Allah onu korur ve cennetine sokar: Zayıfa acımak, anaya babaya şefkat, merhamet, el altında bulunanlara iyilik.” (Tirmizî, Kıyâmet: 48)

Toplumun özellikle zayıf, ezilen insanlarına iyilik etmeği, şefkat ve merhamet göstermeyi buyuran daha pek çok hadîs-i şerîf vardır.

Bugün yetimleri, yoksulları, kimsesizleri, yaşlı, yardıma muhtaç insanları arayıp sormalı, mümkün olduğunca onlara yardım edip gönüllerini almaya çalışmalıdır.

Bayramınızı kutluyor, nice bayramlara sağlık ve mutluluk içinde ulaşmanızı diliyorum.
 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş