| SADAKA (17) |
| Çarşamba, 20 Ağustos 2025 00:00 | |||
SADAKA (17)(...dünden devam) Hz. Peygamber (s.a.v.), zekât toplamak için âmiller (memurlar) gönderirdi. Bunlar daha ziyade mahsul ve hayvanların zekâtını toplarlardı. Bazı rivâyetlere göre de Peygamber (s.a.v.), zenginlerden, paralarının da zekâtını alırdı. Dört halife de Peygamber'in yaptığı şekilde zekât toplamağa devam etmişlerdir. Rivâyete göre Ebûbekir, Ömer ve Osman, zekât vermesi gerekenlerin tahsisatlarından zekâtlarını keserlerdi[1]. Hz. Peygamber zamanında zekât, Peygamber'in kendisine veya emrettiği kimseye teslim edilirdi. Ebûbekir, Ömer ve Osman zamanlarında da böyle olmuştur. Hz. Osman'ın şehâdetinden sonra görüş ayrılıkları belirmiş, kimi mevcut halifelere vermeyi uygun görmüş, kimi de artık ısırıcı kralların eline geçen Beytu'1-mâle zekât verilemeyeceğini ileri sürerek bizzat dağıtmayı tercih etmiştir[2]. Şi‘îler ise zekâtın ancak Alî soyundan gelip gizlenmiş olan imama verileceği kanaatindedirler. Şimdi gizli imam adına zekâtı en yüksek din âlimleri olan Âyetullâhlar toplar, kendilerince uygun yerlere dağıtırlar. Şi‘îlerde zekât humus(beşte bir)dir. Âlimler toprak ürünlerinin ve hayvanların zekâtını Beytu'1-mâl'in yani devletin toplayacağını kabul etmişlerdir. Çünkü bunları vermemek veya gizlemek kişinin elinde değildir. O istese de istemese de devlet ondan bunların zekâtını alır. Bunların zekâtı, bir çeşit vergidir. Fakat diğer malları gizlemek mümkündür. Kişi bunların zekâtını da devlete verirse ne alâ, vermezse kendi eliyle fakirlere dağıtır. Kur'ân'a göre zekâtın bütün çeşitlerini İslâm devleti toplar ve Kur’ân'ın saydığı yerlere dağıtır ki devletin takriben bütün masrafları bununla karşılanır. Zekât şahsın keyfine bırakılmaz, iyice hesab edilip alınır ki İslâm toplumunda büyük dengesizlikler, uçurumlar meydana gelmesin. Nitekim Hz. Ebûbekir, zekâtın bir zerresinden dahi vazgeçmeyeceğini söylemiş, vermek istemeyenlerle onları yola getirinceye kadar savaşmıştır. (devamı yarın..) [1] . Ebû Ubeyd el-Kasim ibn Sellâm, Kitâbu'1-emvâl, s. 349 ve devamı [2] . Kitâbu’l-emvâl, s. 567 ve devâmı; Tercemesi, s. 535, İst. 1981.
|