KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (38) PDF 
Çarşamba, 26 Haziran 2024 00:00

KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (38)

(...dünden devam)

O akşam Ramazan’ın ilk akşamıydı, iftârı Hataylı vatandaşların, yakında bulunan lokantasında yedim. Teravihi bizim camide kıldım. İmamın adı Şeyh Musa. 10 Rek’at terâvîh. Her rek’atte bir sayfa okuyordu. Mushafa bakarak okuyor, rükûa ve secdeye giderken Mushafı koltuğunun altına koyuyordu. Ondan sonra iki rek’at daha, ardından da bir rek’at daha kılıp rükû’dan sonra kunut okudu. Gönülden ve sesli okuduğu kunut, tam sekiz dakika sürdü. Saat sekizi çeyrek geçe terâvîhe başladık, Vitrle beraber 13 rek’at olan namaz, dokuzu beş dakika geçe yani 50 dakikada bitti. Öyle bizimkiler gibi 20 rek’ati 15 dakikada kıldırmıyorlar. İmam Musa “Yarın iftârı burada yapalım” dedi, Camide iftâra 15 dakika kala gittim. Camide, mihrabın karşısındaki, yani arka duvarın önüne uzun bir sofra dizilmişti.

Sofrada her kişinin önünde bir tabak hurma, mercimek çorbası, bir de kıymalı börek kızartması.

Bunları yedik, akşam namazını kıldık. Sonra Şeyh Musa beni, müezzini ve iki genci evine, akşam yemeğine götürdü. Yemek basit idi. Yine çorba, hurma, peynirli börek, kızartma, bir de yaş pasta vardı.

Bunları yedik, çay içtik, sohbet ettik. Ben ayrıldım, camiye gittim. Bir cüz Kur’ân okudum. Yatsıyı, terâvîhi kıldık, sekene (kaldığım Duât yurduna) geldim. İşte bu satırları yazdım.

Unutmadan söyleyeyim: O gece, yani henüz anlattığım güne başlamadan önce Ramazanın ikinci gecesi, rüyamda: Arapların bulunduğu kalabalık bir topluluğa Arapça olarak Kur’ân’ın vahiy olduğunu, her çağda nur saçacağını, Kur’ân’ı tedebbürle okumamız gerektiğini anlatan bir konuşma yapıyordum. Konuşmamın bir kısım sözleri ağzımdan çıkarken uyandım, ama hâlâ konuşuyorum. Ayılırken konuşmam devam ediyordu. Halk hayranlıkla dinliyordu.

Yine bugün Şeyh Muhammed Abdulvahhab’ın Kitâbu’t-Tevhîdini tercemeye devam ettim. İçinde Peygamber’e iftira olduğu gayet açık olan saçma rivayetler dolu. Bunlardan biri:

Güya Peygamber’in zevcesi Hafsa’ya bir kadın büyü yapmış da Hafsa onun öldürülmesini emretmiş, kadın öldürülmüş.

Daru’l-İftâ’da Basın Yayın Genel Müdürü Dr. Abdullah’ı çağırdım:

– Yahu dedim, böyle şey olur mu? Hafsa nasıl bir şüphe üzerine, suçu sabit olmayan bir kadını öldürtür? Sonra Hafsa Halîfe mi ki onun emriyle bir insan öldürülüyor. Öyle bir sözle adam öldürülür mü? Böyle bir vahid haberiyle nasıl telâfisi mümkün olmayan had (ağır ceza) uygulanır?

– Evet, biraz düşünmek lâzım.

– Neyi düşüneceksin daha, vallahi ve billahi yalan bunlar.

Sesini çıkarmadı. Çünkü savunacak bir yanı yoktu.

24 Şubat 1993. Sabahleyin Dâru’l-İftâ’ya gittim. Dr. Abdullah ile konuşuyordum ki biri kapıyı çaldı. İçeriye İmam Muhammed Üniversitesi İlmî Araştırmalar Merkezinden biri, “Şarhu’t-Tahâviyye”nin, Mısırlı Harîdî tarafından yapılmış Türkçe çevirisini getirdi. Koca bir paket.

– Ben bunu götüremem, çok ağır, dedim. Cidde’ye gönderin yahut İstanbul’a gönderin.

– Beraber Cidde’ye götürsen, belki bir hafta içinde bize cevap yazarsın.

– O zaman siz Cidde’ye gönderin, ben taşıyamam.

Sonra Dr. Abdullah dedi ki:

– Beraber götüreceğine, şimdi Dr. Süleyman bir saat içinde çeşitli sayfalarına baksın, eğer terceme düzeltilecek türden ise o zaman siz gönderirsiniz. Ama düzeltilecek türden değilse götürmesine gerek yok.

Öyle anlaştık.

Aldım, paket halindeki kitabı masama götürdüm. Baş tarafına baktım, ileri sayfalara baktım. Kitabı aslıyla karşılaştırdım ve bir rapor yazdım.

Dr. Abdullah Avhelî’yi veda için aradım. Ben öğleye geleceğim, dedi. Gerçekten öğle namazından sonra geldi. Biraz konuştuk.

– Sabahleyin kaçta gideceksin? Dedi.

– Saat 9’da uçak kalkıyor.

– Yarım saat önce gitmek yeter. Hacz var mı?

– Var.

– Öyle ise kaçta geleyim?

– 7:30’da.

– 7:30’da geleceğim inşâallah, dedi. Ve gitti.

O gün iftara Avrupa’da İslâm’a Çağrı İdaresinin müdürü Alî el-Ğays çağırmıştı. O akşam Ali el-Ğays’a gittik. Avustralya’da dâiye olan, aslen Afganistanlı biri de vardı. Ali Ğays’ın iki hanımı var. Ve yetişkin oğulları. Sofrada şaka yaptı “Hanımlarımdan her biri, birer hanım getirmek zorun­dadır. Ancak ben şimdi önce kardeşlerimi (aslında oğullarını kastediyor) evlendireceğim, sonra nisabı tamamlayacağım.” Dedi.

(devamı yarın..)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş