KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (37) |
Salı, 25 Haziran 2024 00:00 | |||
KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (37)(...dünden devam) Peki ama “Ey akıldan yaya adamlar, Kur’ân, gönülden yapılmayan işin geçerli olmadığını, ikrâh ile inkâr etmenin küfür sayılmayacağını söylemiyor mu? Bu adam ikrah karşısında sinek kurban etmiş ise neden cehenneme girsin? Peki Ammar ibn Yasir de ikrah karşısında inkâr etmiş idi ama Peygamber onu kınamamış, yine zorlarlarsa aynı şeyi yapmasını söylememiş miydi?” Sonra hangi akıllı toplum, tapınağına sinek kurban edilmesini ister? Bu, insanın inancıyla alay etmektir, hakarettir. Siz ey akıl züğürdü, yobaz güruhu siz, bu insanları böyle yalanlarla ne belâlara soktunuz ne kadar masum insanın kanına, malına saldırdınız. Talihin cilvesine bakın ki bu yobaz adamı millete müceddid diye yutturuyorlar. Kitabın 32’nci sayfasına kadar gelebildim, sonra öfkeden kitabı kaldırıp savurdum. Allah beni bu yobaz düşüncelerin yayılmasına vasıta yapmasın. Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür filozof bir insan, her inancın temelinde Allah bulunduğu düşüncesini gören büyük mutasavvıf İbn Arabî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Sultan Hacı Muharrem Efendi’nin düşüncesinde, irfanında, hoşgörüsünde bir bilge yapsın, âmîn. 29 Şa’ban 1413 Cumartesi, sabah 8:40’ta Üniversite’ye telefon ettim. Vekil Salih al-Suud orada ise görüşmek istediğimi söyledim. – Şimdi gelebilir misin? Dediler. – Bir saat içinde gelirim, dedim. – Gelebilirsin, bugün toplantısı yok, dediler. Yola çıktım, yol kalabalıktı. Biraz da park yerini bulmakta geciktim. Saat 10:20 civarında gittim: – Burada idi, iki dakika önce gitti, dediler. Öğle namazından sonra görüşebilirsin. Sekreter Abdullah’tan, el-Meclisu’l-İlmî tarafından yayınlanan, benim terceme ettiğim kitabı istedim. Kütüphaneler dekanlığına telefon etti, bir nüsha gönderdiler. Camiye gittim, onu okumaya başladım. Güya tercemeyi düzelttiğini iddia eden küstah, birçok yerini bozmuş, kitap hatâlarla dolu çıkmış. Öğleden sonra vekil ile görüşmek nasip oldu. Kitaptan söz ettim, tashih edenin, kitabı hatâlarla doldurduğunu söyledim. – Düşüncelerini yaz, bana ver, dedi. Bir de fakültemiz yenidir. Asistanlarımızın birkaçını göndersek, sizin üniversitede kurs görseler, Arapçalarını ilerletseler iyi olur, dedim. – Bunu da bir dilekçe ile bana ilet, dedi. Sonra Usulü’d-dîn dekanını git gör, dedi. Neden böyle söyledi, bilmiyorum. Gittim, adam koyu cahilin biri. Çocuğu dekan yapmışlar. Yobaz bir adam. Oturdum, hiçbir şey konuşmadı, ben de biraz oturduktan sonra kalktım. Eve geldim. O akşam Üniversiteden aldığım kitabı okuyorum, yani tercememi, sözüm ona düzeltenin yaptığı hatâları işaretliyorum. Kapı çalındı. Açtım, bir Suudlu genç: – Beni tanımadın mı Doktor? Dedi. – Hayır, tanımadım, dedim. – Ben geçenlerde gelen gazeteci “Ukaz” – Tamam, tanıdım. Gazetenin “Hatar” diye bir sayfası var. Buraya İslâm Âleminin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler hakkında görüşlerinizi söyler misiniz? Başlıca iki tehlike var. Birisi az okumak, körü körüne taklid; diğeri de Müslümanların, güçlerini birleştirme yerine birbirleriyle uğraşmaları, dedim ve bunları açıkladım. İki sayfa kadar not aldı. Ramazan’da çıkacağını, çıkarsa bir nüsha göndereceğini söyleyip gitti. 30 Şaban 1413 Pazar günü, üniversite vekiline hitaben bir dilekçe yazdım. Dilekçede Samsun’da 1980 yılından beri İlâhiyat Fakültesi bulunduğunu, Türkiye’de dini eğitimin git gide güç kazandığını, mevcut 9 İlâhiyat Fakültesine ilâveten bu yıl, Büyük Millet Meclisinden, 11 yeni İlâhiyat Fakültesi açılması hakkında kanun çıktığını, eski fakültelerden olan Samsun İlâhiyat Fakültesi elemanlarının daha iyi yetişmeleri için fakülte asistanlarına ve arapça okutmanlarına, İmam Muhammed Üniversitesince kurslar düzenlenmesini, böylece iki üniversite arasında köprü kurulmuş olacağını yazdım. İkinci bir yazıda da basılmış bulunan çeviri kitabımdaki basım hatâlarını, kitabı gözden geçirme ididalı adamın, iddiasının tersine matbaa hatâlarını dahi düzeltemediğini belirten bir rapor idi. 12 sayfa tutan raporumda yanlış basılmış, düşmüş kelimeleri gösterdim. (devamı yarın..)
|