KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (30) |
Cumartesi, 15 Haziran 2024 00:00 | |||
KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (30) (...dünden devam) Dinin temeli tevhîddir. Bütün peygamberlere gelen emirlerin başı, yalnız Allah’a tapma emridir. İslâm’ın da mânâsı budur. İslâm, sadece Allah’a teslîm olmak demekti: “Rabbi İbrâhîm’e: ‘İslâm ol!’ demişti, ‘Âlemlerin Rabbine teslîm oldum.’ dedi.” İbrâhîm, âlemlerin Rabbi Allah’a teslîm olduğunu belirtiyor. Çünkü O’ndan başka tapılacak, duâ edilecek, dilek dilenecek varlık yok. Kur’ân’da Tevhîdin simgesi olarak anılan İbrâhîm, Allah’a o derece bağlı idi ki en dar zamanında, Allah’ın en yakın meleği Cebrâîl’in dahi yardım teklifini kabul etmemiş, kendisi tevhîd çağrısından ötürü ateşe atıldığı zaman Cebrâîl’in: “Bir isteğin, dileğin, benim yapabileceğim bir şey var mı?” diye sorması üzerine: “Sana ihtiyacım yok! Allah ise halimi biliyor!” demiştir. Onun bu inancı, ateşi kendisine gülistan ediyor. Demek ki duâlar ve ibâdetler sadece Allah’a yöneltilir. Kabul edilecek duâ, Allah’a yapılan duâdır. O’ndan başkasına yalvarmak boşa gider: “Gerçek du‘â, ancak O’na yapılır. O’ndan başka du‘â ettikleri ise, kendilerinin hiçbir isteklerini karşılayamazlar. (Onların durumu) Tıpkı ağzına gelsin diye suya avuçlarını uzatan kimse gibidir. Oysa (uzanıp suyu avuçlamadıkça su) on(un ağzın)a gelmez. İşte kâfirlerin du‘âsı, öyle boşa gider.” Hiçbir kimseye tanrıya yalvarır gibi yalvarılmaz. Çünkü böyle bir davranış şirktir, yalvarılan şahsı tanrılaştırmaktır. İnsanların gidip dilek diledikleri, falan yatırın veya falan, filân babanın günâhı yok. Günâh bizde, gidip onlara, tanrı gibi yalvaran insanlarda. Peygamber’in türbesine dahi gidip yalvarsanız harâmdır, O’nun getirdiği tevhîdin özüne aykırıdır. Hz. Muhammed bize neyi öğretmiş? Allah’a tapmayı. Allah’tan başkasına yalvarmanın şirk olduğunu, şirkin de affedilmez bir günâh olduğunu. İşte Arapların gidip ziyaret ettikleri, karşılarında dikilip yalvardıkları Lât, Menât, Uzzâ. Siz bunları birer taş mı sanıyorsunuz? Hayır, bunlar birer yatır, yani türbe idi. Örtüleri, bekçileri, haremleri vardı. Hz. Peygamber, her bölgedeki veya kentteki bu yatırları, bizzat oranın halkından olan kişiler tarafından yıktırmıştır. O halde bu türbecilik falan İslâm’ın ruhuna uygun değildir. Ben türbede yatan kişilerin aleyhinde konuşmuyorum. Orada yatan zâtlar büyük insanlardır inşâallah. Onlar Allah’ın velî kulları olabilir. Biz öyle zannederiz. Ama kimsenin kesin biçimde velî olduğunu da bilemeyiz. Biz vahiy almıyoruz ki o insanın velî olduğunu bilelim. Hattâ velî olan kişinin kendisi de velî olduğunu bilmeyebilir. Öyle ise bize düşen, kötü zandan sakınmak, herkes hakkında iyi zan beslemektir. “Her geceyi Kadir bil, her gördüğünü Hızır bil” demişler. Biz kabristanı ziyaret eder, türbelere gidip duâ ederiz. Ama orada yatanlardan bir şey istemeyiz. Sadece Allah’tan isteriz. Dileğimizi O’na arz ederiz. O’nun izni ve emri olmadan hiç kimse bize yardım edemez. Bizim duâmızdan türbede yatan insanın ruhu şâd olur. Yani biz ondan değil, o bizden yararlanır. Bizim yararımız da âhiret düşüncesinin içimize girmesi, iyiliklere yönelmemizdir. (devamı bayramdan sonra..)
|