KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (12) |
Cuma, 24 Mayıs 2024 00:00 | |||
KUR’ÂN SEVDASIYLA GEÇEN BİR ÖMÜR (12)(...dünden devam) – Hocam, son yıllarda çok mealler yazıldı. Sizin mealiniz hangi farklılıkları arz ediyor anlatır mısınız? – Evet, vardır. Birçok meal Harc-ı âlem kitaplara bakılarak yapılmıştır. İşte Suyuti, Hasan Basri Çantay, Ömer Rıza Doğrul gibi. Bunlara bakılarak bir şeyler yapılmıştır. Fakat tefsir demek, bunlar demek değildir. Asıl tefsirin kaynakları Râzî'dir, Beydavi'dir. Tâberî'dir, Fethulkadir'dir ve birçok... Belki yüzden fazla tefsir var. Bunların içine girdikten sonra hataları tespit etmek mümkündür. Ben Kur’ân-ı Kerîm Tefsirini ve Mealini bir kere bunların tesirinden uzak kalarak, Arapçayı bilen bir insan nasıl anlarsa öyle yazıp anlatmaya çalıştım. Çünkü bu tefsirler insanları yönlendiriyor. Peşinen bâzı fikirler veriyor ve o fikirler etrafında ayetlerin tefsirinde insanları yönlendirmeye çalışıyor. Bu yanlıştır. Siz bunlardan ayrılıp Kur’ân’ı kendi bütünlüğü içinde okuduğunuz zaman Kur’ân kendisini tefsir ediyor. Ve bakıyorsunuz Kur’ân bir şey söylüyor, o tefsîr veya mealler başka bir şey söylüyor. Maalesef bunlar var. Ben bu ön yargılardan kurtulup, Kur’ân-ı Kerîm'i anlamaya çalışan din uzmanları yetiştirmemiz gerektiğine inanıyorum. Bu hatâlardan misal vereyim: Meallerin hepsine bakarsanız "Göktekinin sizi yere batırmayacağından emin misiniz?' Kur’an’da böyle buyuruluyor. Alın mealleri bakın, şöyle yazılıyor: gökteki meleklerin, sizi yere batırmayacağından emir misiniz?" Âyette "melekler" tabiri yok ki. Oraya "melekler" tâbirini koymak Kur’ân'ı tahrif etmektir. Nereden geliyor, tefsirlere bakın. Allah'a mekân vermemek için âyete şu eklemeyi koymuşlardır: (Ey’il-melâiketi). Oysa Kur’ân madem öyle söylemiş, ben onu değiştirme hakkına sahip değilim. Kur’ân nasıl söylüyorsa ben öyle diyeceğim. Ama benim bir izahım varsa o ayrı bir şeydir. Halbuki orada kasıt melekler değil. Çünkü melekler hiçbir şeyi, ne yere batırırlar, ne de çıkarırlar. Onlar, Allah'ın izni olmadan hiçbir şey yapamazlar. Çünkü, onlar Allah'ın memurlarıdır. Bir şeyler Yapılıyor yahut melekler yapıyorlarsa, yaptıran Allah'tır. Eylem Allah'a nispet edilir. Meselâ Kur’ân-ı Kerîm'i indiren de meleklerdir. Ama (Tenzilûn min rabbil-âlemîn)dir. "Rabbul âlemîn tarafından indirilmiştir". Melekler burada memurdur. Allah'ın emriyle gelirler, kendilerinin bir dahli yoktur. "Göktekinin sizi yere batırmayacağından emin misiniz?" ayetinde kastedilen Allah'tır. Ama Allah gökte midir? Ben ona karışmam, madem Kur’ân öyle diyor, ben öyle söylemek mecburiyetindeyim. İkinci misal yine aynı surede, ayetin biraz altında "Tasarrufu göklerde olan Allah'ın sizi şöyle yapmayacağından emin misiniz?" İbare aynı ibare, bir önceki "gökteki meleklerin" ifadesi, bir alttaki ayette "Tasarrufu göklerde olan Allah'ın" şeklinde yorumlanmıştır. Ayet aynı, ibare aynı. Birinci de "melek", ikincide "Allah". Böyle tahrif çok. Onun için Kur’ân'ı anlamak için önce bunlardan kurtulmak lazım. Bu kadar meale ne ihtiyaç var. Öyle bir duruma girildi ki maalesef çalakalem yaptıkları için, bâzı ayetler atlanıyor. Bazı ayetlerin manası yarım kalıyor, bazı ayetler tahrif ediliyor. Ama halk bilmediği için bunları okuyor, tesirinde kalıyor. Bir misal vereyim. Elime bir kitap geçti. İsmi önemli değil. Diyor ki "Musa (a.s) Tûr-i Sina'ya gittiği zaman, ayağında zeki olmayan bir merkep derisi olduğu için Allah ona "ayakkabılarını çıkart" dedi. Yahu şu zeki olmayan merkep ne demek? Merkep zaten zeki olmaz. Aslına bakalım. Ne zeki olmayan "kesilmemiş, murdar merkep derisinden" demek. Kesilmemiş, murdar merkep derisinden ayakkabı giydiği için ayakkabısını çıkartması emredilmiştir. Şimdi bakın, yazarımız murdar merkebi zeki olmayan merkep diye anlamış. Neden, çünkü müzekkâ, zekâ mânâsına gelmez. Muzekkâ burada "kesilmek" demek, o bunun farkında değil. (devamı yarın..)
|