YÜCE KUR’ÂN’IN ÇAĞDAŞ TEFSÎRİ (7) |
Pazar, 21 Nisan 2024 00:00 | |||
YÜCE KUR’ÂN’IN ÇAĞDAŞ TEFSÎRİ (7)(...dünden devam) Bu âyetlerde vahiy önce bizzat Allah düzeyinden verilmekte, melek aradan çıkmaktadır. Sonra söz tekrar melek elçiye verilmekte ve melek elçi, ilk yaratış sahnesindeki Tanrı-İblîs konuşmasını anlatmaktadır. Ayrıca bu çoğul kipleri, Allah’ın buyruğu ile vahiy indiren, O’nun emirleriyle yaratıkların işlerini düzenleyen melekler cemâatini de anlatmış olabilir. “Biz indirdik” şeklindeki kipler ve benzerleri, vahiy meleğinin beraberinde gelen koruyucu melekleri de birlikte ifade etmiş olabilir. Eğer bu çoğul kipleri, melekler cemâatini değil de meleğin aradan çıkmasıyla bizzât Allah’ın ifadesini yansıtıyorsa, bu durumu, mutasavvıfların diliyle cem‘ ve fark makamları olarak tanımlayabiliriz. Cem‘ kulun veya elçinin kendi varlığından geçip Allah’ın varlığında erimesi, kaybolması, yalnız Allah’ın var olmasıdır. Fark ise elçinin veya kulun kendi bireyliğine dönmesi, Allah’ı ayrı, kendisini ayrı varlıklar olarak görmesi ve o makamda konuşmasıdır. İkinci durumda elçi, kendi bireyliğinde konuştuğu için Allah’tan üçüncü şahıs olarak söz eder. Birinci durumda elçi Hak’ta eridiği için kendisinden konuşan bizzat Allah olur. Kur’ân çoğunlukla fark makamından, bazen de cem‘ makamından verilmekte, bazen de aynı âyette fark ve cem‘ makamları birlikte olmaktadır. Esasen İlâhî yaratılış yasası da bunu gerektirir. Sürekli cem‘ makamı olsa, varlıklar görülmez, dünyâ işleri yürümez. Sürekli fark makamı olsa Allah unutulur. İkisinin iç içe olması gerekir. Herhalde bu gerçeğin anlatılması için İlâhî mânâlar kâh cem‘, kâh fark makamından vahyedilmiştir. Şimdi Kur’ân, İlâhî mânâların ve eski peygamberlere âit ilim, hikmet ve kıssaların melek aracılığı ile insan sözü kalıplarına dökülmesi işlemiyle meydana geldiğine ve bizzat kendi kendisini de hadîs ve muhdes olarak nitelendirdiğine göre onu yaratılmamışlıkla nitelendirmenin bilimsel bir yanı yoktur. Tevbe Sûresi’nin altıncı âyetinde: “Ve eğer ortak koşanlardan biri güvence dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah’ın Kelâmını işitsin; sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır. Böyle (yap), çünkü onlar, bilmez bir topluluktur.” Buyurulmaktadır. Bu âyettegeçen kelâmullah ta‘bîri ile Kur’ân’ın amaçlandığına dair kesin bir delîl yoktur. Bununla Allah’ın fermanı, Allah hakkında konuşulan sözler veya Kur’ân kastedilmiş olabilir. Ama vahiy meleğinin aldığı soyut anlamlar olarak kelâmullah olan Kur’ân, sonuç itibariyle meleğin sözüdür. Onu insan söz kalıplarına koyan melektir. Bundan dolayı vahiyden sonraki kelâmullah’ı, yaratılmamış olarak nitelendirmek, Kur’ân’ın kendi açıklamasına aykırıdır. (devamı yarın..)
|