YÜCE KUR’ÂN’IN ÇAĞDAŞ TEFSÎRİ (5) PDF 
Cuma, 19 Nisan 2024 00:00

YÜCE KUR’ÂN’IN ÇAĞDAŞ TEFSÎRİ (5)

(...dünden devam)

Fakat Ehl-i Sünnetten başka bir gruba göre de Kur’ân’ın harflerle yazılmış ve seslerle okunan bu şekli de Allah’ın ezelî, kadîm kelâmından ayrı değildir. Bu da öteki gibi ezelîdir, muhdes değildir.

Ancak Ehl-i Sünnetin çoğunluğuna göre yaratılma­yan Kur’ân, ses ve harflerle yazılıp okunan bu Kur’ân’ın kendisi değil, bunun dışında bulunan hakikatidir. O, Al­lah’ın zâtında mevcuttur, zâtiyle kaim ve ezelîdir. İşte bu kâğıtlara yazılanlar, o Kur’ân’ın işaretidir.

Her iki grup da Kur’ân’ın, Allah’ın buyruğu ile vahyedildiğine inanmakla beraber sonradan Arapça’ya giren felsefî düşüncelerin ve belki de Kitab ehlinin kelâmî tartışmalarının etkisiyle bu ayrılıkların içine düşmüşlerdir. Bu tür düşünce ayrılıklarını tarihi şartları içine bırakmak gerekir.

Gerçekte Kur’ân, kendisini hadîs (حديث) olarak nitelen­dirmektedir:

تِلْكَ آىَاتُ اللهِ نَتْلـُوهَا عَلَىْكَ بِالْـحَقِّ فَبِأَىِّ حَدِىثٍ بَعْدَ اللهِ وَ آىَاتِه يُؤْمِنُونَ: İşte şunlar, Allah'ın âyetleridir, onları sana gerçek ile okuyo­ruz. Allah'tan ve O'nun âyetlerinden sonra hangi hadîse (söze) inanacaklar?” (Câsiye: 65/6),فَبِأَىِّ حَدِىثٍ بَعْدَهُ ىُؤْمِنُونَ: Onlar bun(a inanmadık)dan sonra hangi hadîse (söze) inanacak­lar?” (Mürselât: 33/50, A‘râf: 39/185)

Hadîs, sonradan olan, yeni söz demektir. Ayrıca Kur’ân’ın hiçbir yerinde kendisinin, Allah’ın sözü olduğu belirtilmez.

Tenzîl İlâhî anlamları, insan düzeyine indirmek demek­tir. Allah düzeyindeki konuşmanın mâhiyeti bilin­mez. Allah’ın konuşması, sese, harfe ve kelimelere muhtaç değildir. O, soyut mânâdır. Bunu bir insanın, normal haliyle alması mümkün değildir. Bundan dolayı Allah ile insan arasında doğrudan ve aracısız iletişim mümkün değildir. Bu iletişimi vahy meleği sağlar. Melek, Allah’tan aldığı soyut mânâları, o düzeyden indirerek, insan elçinin konuştuğu dilin söz kalıplarına döküp ona verir. İşte buna vahy denilir. İlâhî mânâları insan sözü kalıplarına döken melek olduğu için Kur’ân âyetlerinde Allah, genellikle üçüncü şahıs ola­rak anılır:

“Rabbinizden size indirilene uyunuz.” (A‘raf: 39/3)

“Allah buyurdu: Sana emrettiğim zaman seni secde et­mekten alıkoyan nedir? İblîs: ‘Ben ondan hayırlıyım, dedi, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın.’” (A‘raf: 39/12),

“Allah odur ki gökleri, görebileceğiniz bir direk olma­dan yarattı...” (Ra‘d: 87/2)

İlâhî soyut mânâları insan sözü kalıplarına döken me­lek elçi olduğundan, Kur’ân’ın, melek elçinin sözü ol­duğu belirtilir:

“19- (Andolsun) Ki o, değerli bir elçinin (Cebrâîl'in) sözüdür. 20- (O elçi,) Güçlüdür, Arşın sâhibi (Allah) katında yücedir. 21- Orada (kendisine) itâ‘at edilen, güvenilendir. 22- Arkadaşınız cinli değildir. 23- Andolsun (Muhammed) onu apaçık ufukta görmüştür. 24- O, gayb hakkında (verdiği haberlerden dolayı) suçlana­maz. 25- O (Kur’ân) kovulmuş şeytânın sözü değildir.” (Tekvîr: 7/19–25)

(devamı yarın..)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş