Fena hali mi, sahv hali mi? Hangi yoldan gidelim?

Fena hali mi, sahv hali mi? Hangi yoldan gidelim?

Esselam aleykum. Efendim, ben Makedonyalıyım. Süleyman Ateş hocanın `İslam Tasavvufu` kitabını okudum. Orada ilgimi çeken birkaç satır, söz buldum. Şöyle: `Bağdat ekolu sahva, fena’dan çok önem verir. Buna mukabil Horasan Ekolünün temsilcisi Bayezid Bestami fena’yı sahva tercih etmektedir.` - sahife: 496. – Bir de Cüneyd ve taraftarları fenanın kötü olduğunu söylüyorlar… - sahife 496. / Benim sorum şu:

`Bu ifadeye göre, tasavvuf ilminin ekolleri vardır. Ekoller arasında ihtilaf vardır. Hangi ekol doğru yoldadır? Kimin izinden gidelim?` Bir de üstadımız, Cüneyd gibi sufiler Erre zikri diye bir zikir yapmışlar mı? Yapmış iseler delilleri nedir? Hocama teşekkür ve dua ederiz: İlahi Ya Rab! Tüm ekibi Cennete nail eyle. Vesselam.

Cevap: Bu yazdığınız şeyler tasavvufun özünde bir ihtilaf değil, yöntem tercihidir. Fena, Hak yolcusunun, kendisini Allah'ın tecellisi karşısında kaybetmesi, kendinden tamamen geçmesi ve hiçbir şeyin farkında olmaması demektir. Bu durumda bilincinde olmayan insan, dini görevlerini dahi yapamaz, namaz kılamaz, dünya işlerini yapamaz.

Sahv ise bir süre bu fena halini yaşadıktan sonra kişinin bilincine gelmesi ve akıl ile gerekli olan görevlerini yapabilmesi halidir. İşte Horasan Okulu fena fillah (Allah’ta kendini kaybetme) halini sahv (kendine gelme, uyanıklık) haline tercih ederken Bağdat Okulu Sahv (uyanıklık) halini, fena halinden üstün görmektedir. Sebebi de kişinin akıl ile görevlerini yapabilmesidir.

Onların tercih ettiği sahv hali, fena halini yaşadıktan sonra gelen uyanıklık halidir. Yoksa her iki okul da fena halini yaşamayı gerekli görürler. Ancak biri fena halinde kalmayı, uyanıklık haline yeğlerken, öteki fena halini yaşadıktan sonra sahv haline gelmeyi üstün görmektedir. Aslında bu iki hal de Peygamberimizin sürekli olarak yaşadığı hallerdir. Hz. Peygamber'in trans haline geçip vahiy alma durumu, tasavvuf dilinde Fena Fillah halidir. Vahiy halinden uyanma durumu ise onun sahv halidir. Elbette onun sahv (uyanıklık) hali fenâ halinden fazladır. Çünkü o kısa bir süre fena haline geçip vahiy aldıktan sonra sahv haline gelip vahyi tebliğ etmiş ve toplumunu yönetmiştir.

Sözün özü, Bağdad Okulu ile Horasan Okulu arasında temelde bir fark veya ayrılık söz konusu değildir. Cüneyd ve taraftarları fena fillah halinin kötü olduğunu söylemezler. Onlar sürekli fena fillah halinde kalmanın iyi olmadığını söylerler. Çünkü o halde bulunan insan hiçbir şey yapamaz, namaz kılamaz, görevlerini yapamaz, topluma hiçbir yararı olmaz. Yaşadığı hal, sadece kendisi için güzel bir hal ise de toplumsal hayat bakımından uygun değildir. Zaten Horasan Okulu da Fena halini üstün görürken sürekli o halde kalmayı kastetmezler. Sadece kısa bir süre yaşanan o halin, uyanıklık halinden daha üstün bir hal olduğunu söylerler. Yoksa onlar da namaz kılmayan, dini görevlerini ihmal eden kişiyi şiddetle kınarlar.

Cüneyd-i Bağdadi zamanında Zikir yöntemleri böyle detaylanmamıştı. Onlar sadece Allah adını zikretmeyi, bazı tesbih ve duâlar okumayı gerekli görürlerdi. İleri yaşında hala tesbih taşıyan Cüneyd'e "Sen bu makamda iken yine bunu mu taşıyorsun?" diyenlere, "Ne bulduysak bunun sayesinde (yani zikirle) bulduk, bunu asla bırakmayız!" demişti. Zikr-i Erre, hayli gelişmiş olan tasavvuf ekolü zamanında yetişen Ahmet Yesevî'nin zikir yöntemidir. Bu yöntem ile zikreden kişi, içinden gelen zikir sesi ile masiva (Hak’tan gayri) düşüncelerinden öyle arınır ki âdeta her Allah dedikçe bıçkı gibi nefsin arzularını, benlik odununu kesmiş olur.

Soru sahibi kardeşimiz, hangi okulun yolunda gidelim diye soruyor. Her iki okulun yolu da Peygamberimizin zühd ve takva yoludur. Kur'ân ve Sünnet yolunda yaşayan insan, her iki okulun temel yoluna uymuş olur.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş