BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN (3)
Salı, 26 Mayıs 2020 00:00

 BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN (3)

(...dünden devam)

Âyetteki: O, rahmet etmeyi kendi üstüne yazmış(acımayı üstlenmiş)tir.”cümlesi şu anlama gelir: Allah acıma­yı kendisine prensip edinmiştir. O’nun, inançsızlara, haksızlara fırsat vermesi, bu ezelî acıma prensibinin gereğidir. O, yaratıklarına acıdı­ğından dolayı inkârcıları ve haksızları hemen cezâlandırmaz; doğru yola gelmeleri için onlara fırsat verir. Yine kullarına acıma­sından dolayı onları mutlaka kıyâmet gününde toplayacaktır. Tâ ki herkes dünyada yaptığının karşılığını görsün. Eğer dünyada zulme uğrayan, âhirette hakkını almazsa; ömrünü sefalet içinde geçirmiş, Hak ve hakikate bağlı kul, âhirette sabrının ödülünü görmezse ona haksızlık olur. İşte Allah, rahmeti gereği insanları bir araya toplayacak, onlara dünyada yapmış oldukları iyilik veya kötülüklerin karşılığını vere­cektir. Âhiret, Allah’ın rahmetinin eseridir. Cennet O’nun rahmetinin, Cehennem gazabının görüntüsüdür.

Allah’ın rahmeti gazabına baskındır

Allah’ın rahmeti, gazabından fazladır. Peygamber (sav): “Allah, yaratmayı bitirince ‘Rahmetim gazabımı geçti’ diye yazdı!” (Buḫârî, Tevhîd: 15, 22, 28, 55; Müslim, Tevbe: 14-16) buyurmuştur. Allah, gazabının eseri olan Cehennemi yedi kapılı (yani yedi bölümlü), rahmetinin eseri olan Cenneti de sekiz kapılı yarat­mıştır.

Esasen Cehennem de pür cezâ evi değil, ıslâh evidir. Allah, ol­gunlaşmayan ruhları Cehennem aşamalarından geçirerek olgunlaş­tıracaktır. Yoksa Allah’ın rahmeti, yaratıklarınki ile hiç kıyaslanama­yacak ölçüde fazladır.

Allah’ın rahmetinin, gazabından çok fazla olduğunu vurgulayan Peygamber (sav), İlâhî rahmetin genişliğini şu ilginç misalle anlat­mıştır: “Allah rahmeti yüz parça yarattı, 99’unu yanında tuttu, yer­yüzüne sadece bir parçasını indirdi. İşte bu bir parça rahmet iledir ki yaratıklar birbirine acımaktadırlar. At, süt emen yavrusuna engel ol­maması için ayağını o rahmet sayesinde kaldırır.” (Buḫârî, Edeb: 19)

Allah âlemlerin Rabbi

Bu hadîs, Allah’ın acımasının, yaratıkların acıma duygusundan 99 kat fazla olduğunu belirtir. Namazın her rek’atinde okunan Fâtiha Sûresinde Allah’ın, âlemlerin rabbi” olduğu belirtildikten sonra O’nun çok kapsamlı rahmetini bildiren Rahmân ve Rahîm sıfatları vurgu­lanmaktadır. Bir baba, âsî de olsa, evlâdının acı çekmesine daya­na­mazken âlemlerin rabbi olan Allah, kullarının acı çekmesinden hoş­lanmaz elbet. Zaten onların ruhlarının acı çekmesini önlemek için elçiler gönderip kurtuluş yollarını göstermiştir. Ruhun selâmeti, Allah Elçilerinin izinde gitmektedir. Onların yolundan ayrılan ruh, kendi ken­disini azâba tutsak etmiş olur. Hâşâ Allah, kullarına zulmetmez. Kul, kendi eylemlerinin oluşturduğu azâbın içine düşer. Kendi kur­duğu tuzağa yakalanır: Evet kim kötülük yapar da günâhı, kendisini ku­şatırsa işte onlar ateş halkıdır, orada sürekli kalacaklardır.” (Bakara: 81)

Allah, hiçbir yaratığını yakmaktan zevk almaz. Rahmetinin ga­zabını geçmiş olması, Cennete göndereceklerinin, Cehenneme ata­caklarından fazla olmasını gerektirir. Zaten Cehennemin yedi, Cen­netin sekiz kapılı (yani sekiz bölüm) olması, Cennete gidecek­lerin, Cehenneme gideceklerden fazla olduğunu gösterir.

Kur’ân prensiplerine ters düşen tekelci iddiâlar batıldır.

Kur’ân’ın getirdiği evrensel düşünceler maalesef daraltılmış, tekelleştirilmiştir. Zaten hep öyle olur. Güzel idealler, evrensel dü­şün­celer, pratisyenlerin, uzmanların elinde daraltılır, millîleştirilir, yoz­laş­tırılır.

Kur’ân prensiplerine ters düşen tekelci iddiâlar batıldır. Zaten İslâm âleminde cehalet, egoizm, dar düşünce o boyutlara varmıştır ki, türeyen gruplar, ekoller, başka din mensupları şöyle dursan, kendi ce­maatlerinden olmayan Müslümanları dahi kâfirlikle suçlayıp Ce­hen­neme sokmaktadırlar. Falan cemaat kendisinden başkalarına Cen­net vizesi vermiyor; filân cemâat de fırka-i nâciyenin sadece kendileri olduğunu ileri sürüyor. Eğer gerçek onların dediği gibi olsaydı, yedi milyar insandan, sadece en büyük ihtimalle yarım, ya da bir milyon insan Cennete girebilir, diğerleri hep Cehennemlik olurdu. Cennet Allah’ın ödülü, Cehennem ıslah evidir. Oraya kimin gireceğine karar veren yalnız Allah’tır. İddiâ ile Cennet kazanılmaz. Düşünceleri te­mizlemek gerekir. Cenabı Hak, dar düşüncelilere şöyle buyuruyor:

“Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi.” (Nisâ: 53). Onlara en uygun cevap, ünlü Divân Edebiyatı şâiri Bâkî’nin, hakkında yazdığı manzume ile bir yandan kendisini Emîrü'ş-şuarâ İmruu’l-Kays mertebesine çıkarırken bir yandan da küfürle suçlayan Kanunî’ye verdiği cevaptır:

“Bizé kâfir demiş müftî efendî,

Tutālım ben anâ dîyem müselmân

Varıldıkta yarın rûz-i cezâya,

İkîmiz dé çıkarız anda yalan!”

Ebuzerr’in rivayetine göre Peygamber (sav) şöyle bu­yurmuş: “Allah der ki: ‘Bir iyilik yapana on kat sevap veririm; bir kötülük yapana ise yaptığı kölüğe denk ceza veririm yahut onu af­federim. Her kim dünya kadar hata yapsa da sonra bana, hiçbir şeyi ortak koşmadan gelse ona yaptığı günah kadar mağfiret veririm. Ve bana bir karış yaklaşana ben bir kulaç yaklaşırım. Bana bir kulaç yaklaşana ben bir bâ’ (iki kulaç) yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene ben koşarak giderim.” (Zühd: 1/366)

Dinin ruhu, temeli doğruluktur. Doğru olmayan kişinin dininde hayır yoktur.

Sahâbî Bilâl b Hâris, Ömer b Ḫattab’dan duyduğu şu sözü aktarmış: “Bir adamın namazı ve orucu sizi aldatmasın. Siz onun konuştuğu zaman doğru söylediğine, kendi­sine bırakılan emaneti sahibine ödediğine, sağlıklı iken takva­sına bakınız.” (Zühd: 1/357)

Dine eklemeler (bid’atler), vebaldir:

Ebu Kılâbe’nin anlatımına göre bazı insanlar ibadete dair bazı şeyler konuşmuşlar. Peygamber (sav) buyurmuş ki: “Sizden önceki insanlar, ibadet konusunda aşırı gittiklerinden ötürü helâk oldular. Onlar kendilerine dini güçleştirdiler. Böylece kendilerinden sonra gelenlere de manastırlarda, kiliselerde din güçleşmiş oldu. Siz Allah’a ibadet edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, namazı kılın, zekâtı verin, Beyt’i haccedin, umre yapın, doğru hareket edin, size de doğ­ruluk yapı­lır.” (1/365)

Müstekîm ol Hz. Allah utandırmaz seni!

Sen usandırma eli el de usandırmaz seni

Hilekârlık eyleme kimse dolandırmaz seni

Dest-i a’dâdan soğuk su içme ki kandırmaz seni

Korkma düşmandan ki âteş olsa yandırmaz seni

Müstakîm ol Hazret-i Allâh utandırmaz seni

Diyarbekirli Said Paşa

Bu yazı dizimizi, şehîdin Cennetteki yerini belirten bir ibret kıssasıyla sonlandırmak istiyoruz. Aşağıdaki olay, Hennâd ibn Serî’­nin Zühd Kitabından alınmış bir şehîd kıssasıdır:

Anlatmış: “Ben Enes b Malik’in ya­nında idim. Enes’in, Ebubekir isimli bir oğlu gazâdan yeni geldi, babasına selam verdikten sonra dedi ki: ‘Sana falan arkadaşı­mızın yaşadığı bir olayı anla­tayım: ‘Bir savaştan dönerken heye­canlanan arkadaşım, ‘Eyvah aileme, eyvah aileme!’ dedi. Biz bir olay olduğunu sandığımız için hayvan­ları­mızdan indik. Kendisine durumunu sorduk. Dedi ki: ‘Ben kendi ken­dime: şehid olup yüce Allah beni Cennette aynâ (iri gözlü hûrî) ile evlen­dirinceye dek dünyada evlenme­yeceğim’ demiştim. Şehîd olmam uzun sürünce kendi içimden ‘Eğer bu seferden dönersem artık evleneceğim’ dedim. Gece rüyamda gelen birisi bana şöyle seslendi: Sen, ‘Eğer dönersem evleneceğim’ demiştin. Şimdi kalk, Allah seni aynâ (iri, güzel gözlü) hûrî ile evlendirdi’ dedi. Beni, on iri gözlü hûrî’nin bulunduğu, yeşilliklerle kaplı bir yere götürdü. Hûrîlerin her birinin elinde bir hüner vardı. Vücut ve yüz güzelliğinde onlar gibisini görmemiştim. Onlara: ‘Aynâ (iri gözlü hûrî) sizin ara­nızda mı?’ dedim. ‘Hayır, biz onun hizmetçileriyiz. O, senin önün­de (ile­ride) seni bekliyor.’ Dediler. Yürüdüm, öncekinden daha ağaçlı, çekici bir bahçeye geldim. Orada da yine her birinin elinde bir hüner bulunan yirmi cariye vardı. Güzellik bakımından önceki on cariye bunların yanında bir şey değildi. Onlara: ‘Aynâ (iri güzel gözlü) sizin aranızda mı?’ dedim. ‘Hayır, dediler, o önünde (ileride) seni bekliyor.’ Dediler. Yine yürüdüm. Birinci ve ikinci bahçeden daha güzel bir bahçeye geldim. Orada da her birinin elinde bir hüner bulunan kırk cariye vardı. Bunlar o kadar güzeldi ki birinci ve ikinci bahçelerdeki on, yirmi cariyenin güzelliği, bunların güzelliği karşısında hiç sayılırdı. Onlara: ‘Aynâ sizin aranızda mı?’ dedim. ‘Hayır, o önünde seni bekliyor.’ Dediler. Karşıma içi oyulmuş inciden bir çadır çıktı. İçindeki karyola üzerinde bir kadın yatıyordu. Güzellikte emsali olmayan bu ceylan gözlüye: ‘Sen aynâ mısın?’ dedim. ‘Evet’ dedi, yürüdüm, elimi üstüne sürmek iste­dim. ‘Yavaş ol, dedi, henüz senin ruhun bedenindedir. Fakat bu gece orucunu bizim yanımızda açacaksın!’

Arkadaşım sözünü bitirir bitirmez bir ünleyici: ‘Ey Alla­h’ın süva­rileri, atlarınıza binin!’ diye bağırdı. Biz düşman karşı­sında iken ben bir yandan o arkadaşı gözetliyor, bir yandan da güneşe bakıyor ve onun bize söylediği sözü düşünüyordum. Artık bilmiyorum hangisi önce oldu, onun başı mı önce düştü, yoksa güneş mi önce battı.’

Oğlunun anlattığı bu olayı dinleyen Enes: ‘Allah ona rahmet eyle­sin’ dedi.” (Zühd: 1/58)

Bayramınızı tekrar kutluyor, her gününüzün bayram gibi neş’eli ve huzurlu geçmesini Yüce Allah’tan diliyorum.

***