RÛH BEDEN İLİŞKİSİ (5)
Salı, 21 Nisan 2020 00:00

RÛH BEDEN İLİŞKİSİ (5)

(...dünden devam)

İbn Mâce’nin kaydettiği mevkuf hadiste de yalnız şehîd­lerin ruhlarının değil, müminlerin ruhlarının da yeşil kuşların içinde cennetin ağaçlarından gagalarıyla yedikleri ifade ediliyor (İbn Mâce, Cenâiz, B. 4).

Hz. Peygamber, kendisine getirilen salavat-i şerîfelerin, bir melek tarafından kendisine bildirildiğini buyurmuştur. Peygamberin ruhu uyumuş ise bildirme söz konusu olur mu? Abdullah b Abbas da ruhların cünudi mücennede olduğunu kendi aralarında buluşup konuştukları gibi rüya ile de dirilerin ruhlarıyla buluşup konuş­tuklarını söylemiştir. Bu konuda örnek verelim:

Ebûssuûd Efendi, 952 Şa‘ban ayında (Ekim1545), Fenârîzâde Muhyi’d-dîn Efendi’nin yerine şeyhülislâmlık makamına atanmış ve 30 yıl bu makamda kalmıştır. Şeyhülislâm olmadan önce kendisine olan mânevî teveccühü şöyle anlatır:

“Henüz medrese talebesi iken bir gece rüyamda Zeyrek Câmiine girdim. Câmi halk ile dopdolu idi. Bu topluluk ne ola? dedim. ‘Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin Dîvân-ı saâdetleri’dir dendi. Hürmetle bir köşede durdum. Önümde devrin müftüsü Kemalpaşazâde Ahmed Çelebi bulunuyordu. Peygamber Efendimiz, mihraba oturmuşlar, sağ ve solunda ashâb-ı kirâm efendilerimiz saygı ile ayakta duruyorlardı. Resulullah’ın huzurunda da hal ve kıyâfetinden arabî olduğunu zannettiğim bir zat gördüm. Peygamber Efendimizle diz dize denilecek vaziyette oturuyor ve konuşuyordu. Ben hayret ettim; ‘Acaba bu zât kimdir ki, bütün ashâb-ı kirâm ayakta oldukları halde yalnız kendisi Peygamber huzurunda oturmaktadır?’ yollu düşüncelere dalmıştım. Dinledim! Peygamberimiz Arapça konuşuyorlar, o zat Farsça söylüyordu. Peygamberimiz tarafından: ‘Ya Mevlânâ Câmî, ben Arapça konuşurum, sen de Arapça söyle!’ deyince, Arabî zannettiğim bu zâtın Mevlânâ Câmî olduğunu anladım. Câmî, Peygamberimize cevaben: ‘Yâ Resûlallah, ben âciz sizden özür dilemiştim. Acaba özrüm makbul olmadı mı?’ dedi. Peygamber Efendimiz: ‘Ne yolda itizar etmiştin?’ buyurduklarında, Câmî, ‘Sizin methinizi içeren bir kasîdemde: “O’nun sırrına eremiyorum. O Araptır, ben ise acemim. O’nu nasıl ‘severim’ diyebilirim ki, O Kureyşlidir, ben ise Habeşîyim” demiştim’ dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: ‘Beis yok, Farsça konuşman dahi makbuldür’ buyurdular. Sonra yine Câmî’ye hitaben: ‘Şu oturanı bilir misin? diye, Kemalpaşazâde’ye işaret buyurdular. Mevlânâ Câmî: ‘Bilmem yâ Resûlallah’ dedi. Peygamberimiz: ‘Kemalpaşazâde’dir ve halen ümmetimin müftüsüdür’ buyurdu. Tekrar ben âcizi göstererek: ‘Ya onun ardında bulunan şu kimseyi bilir misin?’ dediğinde, Câmî yine: ‘Hayır ya Resûlallah’ dedi. Buyurdular ki: ‘Ebûs­suûd ibn Yavsı’dır. O dahi müftü olsa gerektir.’

(devamı yarın..)