Kur’ân ne zaman derlendi
Pazartesi, 13 Şubat 2012 00:00

Kur’ân ne zaman derlendi

Hocam peygamberimiz vefat etmeden önce, Kur’ân-ı Kerim son şekliyle ve bütünüyle yazıya dökülmüş durumda mıydı? Genellikle anlatılan, Kur’ân'ın tamamının Hz. Osman tarafından yazıya geçirtildiği ve peygamberimizin vefatından Osman'a kadar geçen sürede, sadece insanların hafızalarında ezberlenerek korunduğu biçiminde. Bunun tarihi kaynaklara göre aslı var mıdır?

Cevap: Sorunuzun ayrıntılı cevabı için "Özet Tefsir"imizin önsözünü veya 99 soruda Kur'ân adlı eserimi okumalısınız. Şu kadarını söyleyeyim ki Peygamberimiz gelen her âyeti, her vahiy parçasını yazdırıyor ve nereye, hangi sureye yazılacağını da söylüyordu. Çevresinde 20'den fazla vahiy kâtibi vardı. Ancak bu yazılanlar henüz bir kitap halinde bir araya getirilmemişti, çünkü Kur'an vahyi devam ediyordu. Peygamberimizin vefatından sonra geçen altı ay içinde Ebubekir tarafından bu yazılı parçalar bir araya toplanıp Kitap haline getirildi.

Osman zamanında da Ebubekir nüshası esas alınarak yeniden vahiy parçaları toplandı. İnsanlar ellerindeki yazılı metinler yanında hafızalarından da bildiklerini söylüyorlardı. Sadece bir kişinin ifadesiyle değil, en az iki kişinin aynı metni söylemesi gerekiyordu. Yahut belleğindekini yazı ile de ispat etmesi gerekiyordu. Ama asıl model nüsha, Ebubekir zamanında derlenmiş olan nüsha idi. Yalnız o nüshada sure sıraları bir tertibe konmamış, rastgele bir araya toplanmıştı. Osman zamanında bu sureler uzunluklarına, birbiriyle münasebetine göre sıralandı ki aslında bu sıralamada Peygamberimizin talimatları esas alınmıştı. Özeti bu, ama isterseniz siz 99 soruda Kur'ân adlı eserimi okuyunuz.

99 Soru’da Kur’ân’dan

Soru 20: Kur’ân ne zaman derlendi?

Cevap 20: Kur’ân, birinci Halîfe Ebubekir ve üçüncü Halîfe Osman zamanında olmak üzere iki kez derlenmiştir.

A- Birinci Derleme:

Hz. Peygamber (s.a.v.) devrinde vahiy devam ettiği için Kur’ân-ı Kerîm toplanıp bir kitâb haline getirilmemişti. İnen âyetleri, bazı sahâbîler, ezberliyorlar, kürek kemiklerine, hurma kabuklarına, ince beyaz taşlara ve zamanın yazı malzemesine yazıyorlar ve yazdıklarını saklıyorlardı. Fakat henüz vahiy devam ettiği için vahiy parçalarını içeren malzeme bir araya getirilip bir kitap halinde bağlanmamıştı.

Hz. Ebubekir zamanında vukubulan Yemâme Savaşında yedi yüz sahâbî şehîd düşünce, Kur’ân-ı Kerîm’in sonucundan endişe duymaya başlayan Ömer ibn Hattâb, Halîfe Ebubekir’i, Kur’ân’ı yazdırmaya ikna etti. Bu işle görevlendirdikleri Zeyd ibn Sâbit, yorucu bir çalışmadan sonra Kur’ân’ı, sûrelerinin tertîbini gözönünde bulundurmadan derledi.

Rivâyet böyledir. Fakat biz, bazı âyetlerin işaretinden, Kur’ân’ı bizzat Peygamber’in kendisinin yazdırdığı kanısındayız. Çünkü Hz. Peygamber gelen vahiyleri yazdırıyordu. Nitekim: “Dediler: Öncekilerin masalları, onları yazmış, sabah akşam onlar kendisine yazdırılıyor." (Furkan: 42/5) âyeti de Peygamber’in, Kur’ân’ı yazdırdığını gösterir. Elbette Kur’ân’ı yazdıran Peygamber’in, bu yazılanları başkaları için değil, önce kendisi için yazdırmış olmalıdır. Zaten âyetten de müşriklerin, yazılanların, Peygamber’in yanında olduğunu ve sabah akşam kendisine okunduğunu söyledikleri anlaşılıyor. Demek ki Kur’ân’ın tamamı, Peygamber’in hayatında bir nüsha halinde yazılmıştı, fakat belki de bunlar, ayrı sûreler halinde biraz dağınık duruyordu. İşte Ebubekir zamanında görevlendirilen Zeyd ekibi, bunları gözden geçirerek bir cilt haline getirip bağlamıştır. Zeyd demiş ki:

"Kur’ân’ı araştırmağa, hurma dallarından, yassı taşlardan ve insanların belleklerinden derlemeğe başladım. Tevbe Sûresinin sonu olan: “Andolsun, içinizden size öyle bir Elçi geldi ki sıkıntıya uğramanız ona ağır gelir; size düşkün, mü’minlere şefkatli, merhametlidir. Eğer yüz çevirirlerse de ki: ‘Allâh bana yeter! O’ndan başka tanrı yoktur. O’na dayandım, O büyük Arş’ın sâhibidir!’” âyetini yalnız Ebû Huzeyme el-Ensârî’nin yanında buldum.” (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân: 3, 4 ncü bâblar; İbn Hanbel, Müsned: 1/13; İbn Ebî Dâvûd, Kitâbu’l-Mesâhif, s. 6-7)

Tirmizî’nin rivâyetine göre de Zeyd, Bu iki âyeti, Huzeyme ibn Sâbit’in yanında bulmuştur. Yine Tirmizî’nin başka bir rivâyetine göre de Zeyd, Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyetini Huzeyme ibn Sâbit’in veya Ebû Huzeyme’nin yanında bulmuştur (Tirmizî, Tefsîr, sûre: 10, h. 3103, 3104). Tirmizî’nin bu rivâyetleri tered¬düdlüdür fakat Buhârî’nin ve Ahmed ibn Hanbel’in rivâyetlerine göre Huzeyme’nin yanında bulunan âyet, Berâe Sûresinin son iki âyeti değil, Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyetidir:

Zeyd, Osman zamanında Kur’ân’ı ikinci kez yazarken Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyetini Huzeyme ibn Sâbit’in yanında bulmuştur (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân: b. 2, h. 9; İbn Hanbel, Müsned: 5/188; el-Fethu’r-Rabbânî: 18/33-34). Kurtubî’nin de işaret ettiği gibi, demek ki birinci derlemede Berâe Sûresinin sonundan iki âyet, sadece Ebû Huzeyme’nin, ikinci derlemede de Ahzâb Sûresinin 23’ncü âyeti sadece Huzeyme ibn Sâbit’in yanında bulunmuştur.

Fakat biz, Hz. Peygamber’in, kendisinin Kur’ân’ı yazdırdığı ve evinde muhafaza ettiği kanısındayız. Ancak Berâe Sûresi, iniş tarihi bakımından sondan bir önceki sûre olduğu için belki son iki âyeti, Peygamber’in nüshasına yazılmamıştı ve o âyetler, Ebû Huzeyme’nin nüshasında bulunmuştur.

Zeyd’in derlediği bu resmî Devlet Mushafı, Ebubekir’in yanında kalmış, onun vefatıyla Ömer’e intikal etmiş, onun vefatından sonra da kızı Hafsa’nın eline geçmiştir.

B- İkinci derleme:

Hz. Osman’ın halîfeliği sırasında İslâm devletinin sınırları genişlemiş ve çeşitli dilleri konuşan insanlar Müslüman olmuşlardı. Ana dilleri yabancı olan Müslümanların, Kur’ân’ı Arap gibi okumaları elbette çok güçtü. Bunlar içinde de Kur’ân’ı ezberleyenler çoktu ama bunların telaffuzu ile Arabın telaffuzu arasında farkların bulunması doğal idi. Ayrıca Arabistan’ın birbirinden uzak bölgelerinde yaşayan Arap kabîlelerinin lehçe ve şîveleri arasında da –bugün olduğu gibi– büyük farklar vardı. İşte gerek çeşitli Arap kabîlelerinin, gerek yeni Müslüman olmuş yabancıların okumaları arasında beliren farklar, Müslümanlar içinde birbirlerini küfürle suçlamaya kadar varan derin ayrılıklara yol açtı. Özellikle Ermîniyye (Ermenistan) Savaşında baş gösteren bu ayrılıklardan endişe eden komutan Huzeyfe ibn el-Yemân, dönüşte, henüz evine gitmeden Halîfe Osman’ın huzuruna girdi:

– Bu ümmet helâk olmadan önce yetiş de onu kurtar! dedi.

Irak’tan, Şam’dan, Hicaz’dan insanların toplandığı o savaşta askerlerin birbirlerini tekfîr etmelerine neden olan kırâat ayrılıkları gördüğünü anlattı:

– Ben Yahudi ve Hıristiyanların ihtilâfa düştükleri gibi bu ümmetin de Kitaplarında ihtilâfa düşeceklerinden tasalanıyorum! dedi.

Konuyu arkadaşlarıyla görüşen Hz. Osman:

– Benim kanâatime göre insanların bir kırâatte birleşmeleri gerekir. Zira siz, bugün ihtilâfa düşerseniz, sizden sonrakiler daha çok ihtilâfa düşerler, dedi.

Ve Hafsa’dan, tekrar geri verilmek üzere ilk Mushafı aldı. Kur’ân’ı yeniden yazmakla görevlendirdiği Zeyd ibn Sâbit, Abdullah ibn ez-Zübeyr, Sa‘îd ibn el-Âs ve Abdu’r-Rahmân ibn el-Hâris ibn Hişâm’dan oluşan komisyona gönderdi. Komisyonun Kureyşli olan üç üyesine:

– Siz ve Zeyd ibn Sâbit, Kur’ân’dan bir şeyde ihtilâfa düşerseniz onu Kureyş diliyle (lehçesiyle) yazınız. Çünkü Kur’ân, onların diliyle inmiştir, dedi (Buhârî, Menâkıb: b. 4, h. 15; Beyhakî, es-Sunen: 2/4).

Buhârî’nin rivâyetinde komisyon üyelerinin hepsi Ensârlıdır: Übeyy ibn Ka‘b, Mu‘âz ibn Cebel, Zeyd ibn Sâbit ve Zeyd’in babası Sâbit (Buhârî, Fedâilu’l-Kur’ân: b. 7, h. 24).

Yazım işi bittikten sonra, Hz. Osman, Hafsa’dan aldığı Mushafı kendisine iâde etti. Çoğunluğun rivâyetine göre dört, diğer bir rivâylete göre de yedi nüsha yazılan Mushaflardan biri Irak’a, biri Şam’a, biri Mısır’a gönderildi. Dört nüsha yazılmış olması, Kurtubî’nin görüşüdür. el-Fethu’r-Rabbânî yazarına göre Mushaflar: Mekk’eye, Basra’ya, Kûfe’ye, Şam’a, Yemen’e gönderilmiş, biri de Medîne’de bırakılmıştır (el-Fethu’r-Rabbânî: 18/34).

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş