CENNETE KİM GİRER? (7) |
Salı, 31 Ekim 2017 00:00 | |
CENNETE KİM GİRER? (7)(...dünden devam) Medîne’de bir gün Peygamber (s.a.v.), ashâbına Necâşî’nin öldüğünü haber vermiş ve namazgâha çıkıp Müslümanları saf düzenine sokarak: “Kardeşiniz için mağfiret dileyin!” demiş ve dört tekbîr alıp, gıyâben ona cenaze namazı kılmıştır (Buhârî, Cenâiz: 4, 54, 55, 61, 65; Müslim, Cenâiz: 63-68; Ebû Dâvûd, Cenâiz: 62; Tirmizî: 8/37, 48; Nesâ’î, Cenâiz: 27, 72, 76; İbn Mâce: 6/33; İbn Hanbel, Müsned: 1/254, 2/241, 3/369). Görüldüğü üzere Peygamber Aleyhisselâm, kendisinin getirdiklerinin hak olduğunu kabul edip Müslümanları korumuş olan bir Hıristiyanı, îman kardeşi bilmiş ve ona namaz kıldırmıştır. Necâşî’nin yaptığı, sadece Peygamber’in hak olduğunu kabulden ibarettir. Yoksa o, dinini bırakıp da Müslümanlarla birlikte namaz kılmamıştır. Zaten dininden ayrılmış olsaydı, Hıristiyan ülkede hükümdarlığına devam edemezdi. Onun yaptığı, Peygamber’in doğruluğunu, Kur’ân’ın vahiy eseri olduğunu kabulden ibâret idi. Sadece bu kadarı, onun ebedî saâdeti için kâfi görülmüştür. Allah’ın geniş rahmetini daraltmaya kimsenin hakkı yoktur. Hayır, hayır. Allah, kullarını yakmak için yaratmamıştır. Kimse O’nun bol rahmetini daraltamaz: “Allah’ım, bana ve Muhammed’e rahmet et! Bizimle beraber başka kimseye rahmet etme!” diyen bedevîye Hz. Peygamber (s.a.v.): “Sen (Allah’ın) geniş(rahmet)ini daralttın!” demiştir (Buhârî, Edeb: 27) Şinâsî’nin: “Bir nokta ise eğer bu semâvâta göre Arz, Binnisbe etmeliyim kendimi yok, farz!” dizeleriyle büyüklüğünü anlatmaya çalıştığı bu kâinâtın Pâdişâhı, tek olan Allah’tır. “O, belli bir cemâatin değil, bütün âlemlerin Rabbidir”, “Rahmeti, her şeyi kaplamıştır” Hiç kimse O'nun kâinâttaki tüm varlıkları kucaklayan rahmetini tekeline alamaz. Allah'ın, Elçisine buyurduğu üzere: “Lütuf Allâh’ın elindedir, onu dilediğine verir, Allâh(ın lütfu) geniştir, (O her şeyi) bilendir. Rahmetini dilediğine has kılar. Allâh, büyük lütuf ve ikram sâhibidir. Genç Müslüman araştırıcıların, Kur'ân'ı çevreden kazanılan önyargıların sislendirdiği renkli gözlüklerle değil; sağduyu ve tedebbür ile okumalarını; İslâm’ı, Kur'ân'a ters fikirlerle dolu, on-onbeşinci elden yazılmış kitaplardan değil; doğrudan doğruya Kur'ân'dan öğrenmelerini tavsiye ederiz. Burada Âkif'in sözünü yâdetmek yerinde olacaktır: “Doğrudan doğruya Kur'ân'dan alıp ilhâmı, Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı!” Kaldı ki Kur’ân’ın müşriklerden ayrı bir statü tanıdığı Kitap ehlini, müşrik kategorisine sokmak Kur’ân’a baş kaldırmak demektir. ***
|