EY ŞEHÎD, SENİN MAKBERİN PEYGAMBER KUCAĞIDIR
Pazar, 08 Ocak 2017 00:00

EY ŞEHÎD, SENİN MAKBERİN PEYGAMBER KUCAĞIDIR

Son zamanlarda gözü dönmüş teröristler üst üste memleket evladına saldırıyor, göz kırpmadan masum canları öldürüyorlar. Şişli, Ortaköy canavarlıklarını İzmir canavarlığı izledi. Ülkemizi kaosa sürüklemek için iki terörist İzmir Adliye binasını hedef seçmişti. Amaçları savcıları ve hakimleri katledip ülkede kaos çıkarmaktı. Ama Elazığlı Kahraman Polis memurunun müdahalesiyle büyük bir felaket önlenmiş oldu. Fakat hemşerim olan Kahraman Polis Fethi Seki, bile bile canını ortaya atarak teröristleri takibetti. “Canlı bomba var!” diye bağırarak halkı o noktadan uzaklaştırmak isterken iki silahlı teröristin ardından gitti. Birini alnının çatından vurdu ama öteki teröristin silahıyla kendisi de vurulup yere düştü. Akif’in “Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor!” dediği gibi ülkenin birliği, vatanın bölünmezliği uğruna canını koşa koşa veren kahraman polis hemşerim Fethi Sekhî’ye Allah rahmet eylesin, ailesine sabır ve ecr-i cezîl ihsan buyursun. 
Elbette bu yetişmiş polislerimizin, Mehmetçiklerimizin, subaylarımızın şehadeti yürekler acısıdır. Elbette başta aile bireyleri olmak üzere Elazığlıların ve tüm ülkemiz halkının yüreği yanmaktadır ama bu uğurda canlarını feda edip şehadet rütbesine erenler de Allah’ın en büyük lütfuna mazhar olmuşlardır. Peygamberlikten sonra en büyük rütbe sıddîklar ve şehidler rütbesidir. Yüce Alllah: “Allah yolunda öldürülenlere, ‘ölüler’ demeyin; hayır, onlar diridirler, ama siz farkında olmazsınız.” (Bakara: 154) buyurmakta ve “Allah’a ve Elçi’sine itâ‘at edenler, Allah’ın ni‘met verdiği Peygamberler, Sıddîklar, Şehîdler ve Sâlihlerle beraberdir. Onlar da ne güzel arkadaştır!” (Nisa: 69) âyetiyle de şehîdlerin cennette peygamberlere arkadaş olacaklarını duyurmaktadır. İşte bu İlâhî müjdeler şehidlerin aile bireylerine ve bütün millete ümit ve teselli kaynağı olmaktadır.

 
Şehadet rütbesi
Ölüm, şu görünen bedene özgüdür. İnsanın asıl benliği, bedeni değil, ona hareket ve canlılık veren rûhudur. Beden kalıptır. Rûh onun hakikati, insanın gerçeğidir. Özü topraktan çıkan beden, zamanla değişikliğe uğrar, büyür, gelişir, ihtiyarlar ve içindeki rûhu kaybedince tekrar toprağa düşüp çözülür, dağılır, aslı olan toprağa dönüşür.
Ama deneylerden geçip olgunlaşmak, rûhsal bilgiler ve haller kazanmak için bir süre beden içinde konuk edilen rûh, ölmez, yaşar. İşte insan öldüğü zaman kabir sevâbı ve azâbı ölen bedenine değil, ölmeyen ruhunadır. Rûhunu kaybeden bedene bir daha rûh dönmez, ölen kişi şu dünyada bir daha dirilmez. Kuruyan ağaca nasıl bir daha yaşlık gelmezse, ölen bedene de bir daha canlılık gelmez.
Dünyâda güzel eylemlerle bezenip sâfiyet kazanan insan rûhu, şu bedenden ayrılınca cennet bahçeleri gibi bir yaşam içine girecek, orada iyi rûhlarla, peygamberler, sıddîkler, şehîd(gerçeğin tanığı bilgin)ler ve sâlihlerden oluşan güzel arkadaşlarla beraber, tadına doyum olmaz rûhânî âlemde bulunacaktır. Fakat dünyâda kötü eylemlerle kirlenmiş, bozulmuş, çirkinleşmiş olan insan rûhu da bedeninden ayrıldıktan sonra dünyâdaki kötü eylemlerinin gerçek niteliğini görecek, azâb zebânîsine dönüşüp kendisinden ayrılmayacak olan o kötü arkadaşlar arasında, azâblar içinde kalacaktır. İşte Hz. Peygamber (sav) bu gerçeğe işâret için kabrin ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya da cehennem çukurlarından bir çukur olduğunu söylemiştir.
Allah yolunda öldürülenler, eylemlerin en güzelini yapmışlar, her şeyden aziz ve tatlı canlarını, Allah yolunda fedâ etmişlerdir. Yoluna can fedâ eden bu insanları yüce Allah, iyi kullarının arasına katacak, ma‘nevî derecelerin en yükseklerine çıkaracak, cennet bahçelerinde yaşatacak; huzurunda, akla ve hayale gelmeyecek ni‘metlere erdirecektir. 
İnsan dünyâda ne kadar mutlu yaşasa yine de acılardan, ıstıraplardan tamamen uzak duramaz. Çünkü dünyanın lezzeti yanında üzüntü ve kederi de vardır. Asıl elemsiz, üzüntüsüz, tasasız yaşam, o rûhsal yaşamdır. Allah yolunda öldürülenler, bu rûhsal yaşamın en yücesine erdirilirler. O ebedî zevk ve huzur içinde yaşayan insanlara “Ölü” demek doğru değildir. Onlar, ölümün geldiği beden giysisini atmış, katıksız, sâf, ölümsüz hayata kavuşmuşlardır. Ama basîretleri (gönül gözleri) kapalı olan dünyalılar, onların o sâf, ölümsüz hayatlarının, rûhânî zevk ve lezzetlerinin farkında değillerdir.
Allah yolunda cihâd, ibâdetlerin en üstünüdür. Cihâd eden Müslüman ya şehîd olur, ya gâzî. İkisi de yüksek rütbelerdir. Hele şehîdlik mertebesi, mertebelerin en yücesidir. Peygamberlikten sonra en makbul mertebe, şehîdlik mertebesidir. Bundan dolayı ashâb-ı kirâm, şehîdolmak için can atarlardı. Allah’ın kılıcı unvânıyla taltîf edilmiş bulunan Hâlid ibn Velîd, ömrü savaşlar içinde geçtiği halde yine şehîd olamayıp yatağında öldüğü için üzüntü çekmiştir.
Mü’minler, şehîdolmak için çarpışırlar. Şehîdliği arzu ederek çarpışan insanlar yenilirler mi? Bu iman, en güçlü silâhları dahi yener. Çünkü silâhı kullanan insandır. 
Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar;
Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var!
İnsan nasıl olsa bir gün ölecektir. Süleyman Çelebî’nin dediği gibi:
“Her ne denlû yâşar îse bir kişî; 
Âkibet ölmekdürür ânın işî”
Yüce Mevlâmız: “Ölmekten, öldürülmekten kaçmak size fayda vermez. Kaçsanız bile ancak az bir süre yaşatılırsınız!” (Ahzâb: 97/16) buyuruyor. Şu fânî dünyâda zilletle yaşamak yerine, hak yolunda şehîdolmayı yeğleyen insanlar, ebedî diriliğe kavuşur, peygamberlerle arkadaş olmak şerefine ererler. 
Allah’ın Elçisi (sav) şehîdlerin derecesini şöyle açıklıyor: “Cennete giren hiç kimse, yeryüzündeki her şey kendisinin dahi olsa, bir daha dünyâya dönmek istemez. Yalnız şehîd müstesnâdır. Çünkü o, gördüğü ikram karşısında dünyâya dönüp on kere öldürülmeyi arzu eder.” (Buhârî, Müslim (et-Tarğîb: 2/311))
Ebû Katâde anlatıyor: “Allah’ın Elçisi (sav) ashâbı arasında durdu. Allah yolunda cihâd’ın ve Allah’a inanmanın, amellerin en üstünü olduğunu söyledi. Bir adam kalktı: 
– Yâ Resûlallah, dedi, Allah yolunda öldürülürsem günâhlarım affedilir mi? Allah’ın Elçisi şöyle buyurdu:
– Sabır ve sebat ederek sırf Allah rızası için düşmana yönelir, arkanı dönmezsen, evet. Sonra Allah’ın Elçisi sordu:
– Nasıl demiştin? 
– Allah yolunda öldürülürsem günâhlarım affedilir mi? demiştim.
– Evet, sabreder; Allah rızâsı için düşmana yönelir, arkanı dönmezsen, borç dışındaki günâhların affedilir. Cebrâîl bana böyle söyledi.” (Müslim (et-Tarğîb: 2/311))
Bedir Savaşında şehîd düşen Hârise’nin annesi gelip Allah’ın Elçisine sordu:
“– Yâ Resûlallah, dedi, bana Hârise’den bahseder misin? Bedir’de öldürüldü. Eğer (oğlum) cennette ise sabredeyim, değilse ağlayayım. Allah’ın Elçisi buyurdu:
– Ey Hârise’nin annesi, cennette birçok cennet var; senin oğlun cennetlerin en yükseği olan Firdevs’e ulaştı.” (Buhârî (et-Tarğîb: 2/325))
Hz. Câbir anlatıyor:
“Babam Abdullah ibn Amr Uhud Savaşında öldürülünce Allah’ın Elçisi (sav) bana:
– Câbir, dedi, Allah’ın, babana ne söylediğini haber vereyim mi?
– Evet yâ Resûlallah, dedim, dedi ki:
– Allah herkese ancak perde arkasından konuşmuş iken senin babana yüz yüze konuştu ve dedi ki: ‘Ey Allah’ın kulu, dile benden (ne dilersen), vereyim’. Babam: ‘Ya Rabbi, beni hayata döndür ki ikinci kez öldürüleyim’ dedi. Yüce Allah: ‘Onların dünyâya dönmeyeceklerine ezelde karar verdim’ dedi. ‘O halde ya Rabbi, arkamda kalanlara benim buradaki durumumu duyur!’ dedi. Bunun üzerine yüce Allah şu âyeti indirdi: ‘Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayınız. Hayır, onlar diridirler. Rableri katında rızıklanmaktadırlar. Allah’ın kendilerine verdiği ni‘metlerden sevinçli olarak arkalarından henüz (şehîd olup) kendilerine yetişemeyenlere de korku olmadığı, onların da üzüntüye uğramayacakları müjdesiyle sevinmektedirler.’” (Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim (et-Tarğîb: 2/314)) 
Kahraman polisimize Allah’tan bol rahmet, ailesine baş sağlığı ve sabır dilerken şehîdimizin ruhuna da Milli şairimiz Mehmet Âkif’in Çanakkale şehidlerine yazdığı dizelerle seslenmek istiyorum:


Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor
Bir hilal uğruna ya Rab ne güneşler batıyor


Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedr’in arslarları ancak bu kadar şanlı idi


Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın


Bu taşındır diyerek Kâbe’yi diksem başına
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına


Tüllenen mağribi akşamları sarsam da yarana
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırana


Ey şehîd oğlu şehîd isteme benden makber
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber!