KUR’ÂN’DA HÜKMÜNÜ YİTİRMİŞ ÂYET VAR MI? (3)
Perşembe, 25 Ağustos 2016 00:00

KUR’ÂN’DA HÜKMÜNÜ YİTİRMİŞ ÂYET VAR MI? (3)*

(...dünden devam)

Selmân-i Fârisî'nin anlattığına göre Allah'ın Elçisi, kendisine birtakım şeyler sormuş olanlara, şöyle cevap vermiştir: "Helâl, Allah'ın Kitabında helâl kıldığı şeyler; haram da Allah'ın Kitabında haram kıldığı şeylerdir. Allah'ın, Kitabında bildirmediği şeyler affettiklerindendir. Kendinizi zorlamayınız." (Tirmizi, Libas: 6; İbn Mâce, At’ime: 60, "Müs­lümanların içinde, suçu en büyük olan, bir helâlin haram kılınmasına sebebolandır!" (Buhârî, İ’tisâm: 3; Müslim, Fedâil: 132-133)

Kur'ân'ın genel prensipleri her devre uyar. Ayrıntı ise çağın gerek­lerine göre saptanır. Ayrıntıya ait hükümler zaman ve şartların değiş­mesiyle değişebilir. Çünkü zaten bunlar Allah'ın kesin hükmü değil, in­san­ların akıl yürütmeleri (ictihâdları) sonucu konulmuş hükümlerdir. İn­san düşüncesinin ürünü olan şeyler elbette zamanla değişecektir. Ama vahiy ile verilen Kur'ân'ın genel esasları sabittir, her zaman geçerliliğini korur.

Bazı sahâbîler, Hz. Peygamber'in, dünyaya ilişkin bazı yasaklarını hüküm sanarak bunlardan kaçınmışlar, sonunda Peygamber bu tür emir­lerinin bağlayıcı olmadığını bildirmiştir. Meselâ Hz. Peygamber Medi­ne'ye geldiklerinde halkın, hurmaları aşıladıklarını görünce bundan hoş­lan­mamış, kendisinin bu sözünü duyanlar, hurmalarını aşılamamışlar, so­nuçta verim düşmüş. Bu durumu kendisine arz ettikleri zaman Allah'ın Elçisi: "Siz dünya işlerinizi benden daha iyi bilirsiniz. Ama din işleriniz bana aittir" buyurmuştur (Müslim, Fedail: 140; İn Mâce, Ruhûn: 15). Hadisin başka bir rivayetinde Peygamber (s.a.v.): "Bu bir zandır (tah­mindir). Yararı varsa yapınız. Ben de sizin gibi bir insanım. Zan yanı­labilir de, doğru da çıkabilir. Ben size: 'Allah böyle buyurdu' demedim ki. Ben asla Allah'a karşı yalan söylemem." demiştir (İbn Mâce, Ruhûn: 15, hd. 2471; İbn Hanbel, Müsned: 1/162).

Bundan dolayıdır ki sahâbîler, bazı zamanlarda Peygamber'in bir konu hakkındaki görüşünü öğrenince, bunun Allah'ın vahyi mi, yoksa ken­di görüşü mü olduğunu sorarlar; kendi görüşü olduğunu söylerse, onun uygun olup olmadığı hususunda düşüncelerini belirtirlerdi. Sahâ­bîleri onun, bazı görüşlerinin, uyulması gerekli İlâhî hüküm olup olma­dığında tereddüdettiklerine göre onlardan sonra gelen nesiller de elbette bazı meselelerdeki hadislerin hüküm niteliği hakkında tereddüt hakkına sahiptirler. Peygamber'in kendi düşüncesiyle söylediği sözler bu nitelikte olursa, başka insanların sözleri elbette bağlayıcı Tanrısal emirler olamaz. Şayet insanlar Peygamber'den sonra bilginlerin düşünce ve ictihâdlarına, uyulması gerekli din hükümleri gözüyle bakmasalardı din kolaylığını korurdu. Fakat âlimlerin düşünce ve ictihâdları, din hükümleri haline getirilince teklifler çoğaldı, din zorlaştı, insanlar ona uymakta güçlük çek­meğe başladılar. Bunları uygulamayı zor bulunca da terk ettiler. Bu ictihâdları terk ederken, uygulanması kolay, kesin din emirlerini de terk etmeğe vardılar. Daha sonra da durum, büsbütün dini terk etme kertesine vardı. Âlimlerin düşüncelerini din hükmü haline getiren taklitçiler, bu sonuca kendilerinin sebebolduğunu anlamadılar...

İmamı Taberî de tali sorunlarda emrin gereklik, nehyin de yasak bildirmediğini; çünkü bu tür sorunların bölgelere göre değişen âdet ve geleneklere bağlı şeyler olduğunu, bunlarda haramın yeri bulunmadığını, kolay olan İslâm şerîatinin, zararlı olmayan bir şeyi haram kılmadığını söylemektedir.

***

 

*yazı arşivden alınmıştır