İKİ SORU: KELİME-İ ŞEHADET VE TEVBE SURESİ 30. ÂYET (2)
Cumartesi, 02 Temmuz 2016 00:00

İKİ SORU: KELİME-İ ŞEHADET VE TEVBE SURESİ 30. ÂYET (2)

(...dünden devam)

Uzeyr'e ve İsâ'ya Allah'ın oğlu demek, daha önceki kâfirlerin sözlerine benzemektedir. Önceden inkâr etmiş olanların sözlerine benzetiyorlar." Cümlesi bunu ifade etmektedir. Ötedenberi hak yoldan sapanlar, kutsal tanıdıkları kimseleri, peygamberlerini veya liderlerini Allah'ın oğlu veya sevgilisi sanmışlardır. Dünyanın çeşitli yerlerinde bu inanç kendini göster­miş­tir. Müşrikler de melekleri Allah'ın kızları sanıyorlardı. Aynı inanç putperestlikten Yahudîliğe ve Hıristiyanlığa da geçmiştir. Bu âyet, herhangi bir kimseye Allah'ın oğlu demenin, putperestlikten Yahudîliğe ve Hıristiyanlığa geçtiğine işaret ediyor. Çünkü "bunların sözleri de daha önceki kâfirlerin sözlerine benzemektedir." Yüce Allah, bu batıl inanca sapanları kınamaktadır.

Reşîd Rızâ, teslîs (üçleme) inancının, ne Tevrât’ta, ne de İncîl'de bulunmadığını misalleriyle kanıtlamağa çalışıyor. Matta İncîlinin (19/28)deki şu söz teslîse delil sayılır: "Onları baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz ettiler". Şimdi bu söz, üç mukaddes varlıktan söz etmekle beraber bu üç ismin, cevheri aynı olan üç uknûm (eleman), üçünün bir tek varlık olduğu anlamına gelmez. Aslında teslîs inancını bugünkü Hıristiyanlığın temeli yapan, önce Yahudi ve Hz. İsa’nın yaman düşmanı iken, İsâ'nın vefatından sonra Hıristiyan olan Paulus'tur. Hz. İsâ'dan üçleme anlamına gelecek bir söz nakledilmemiştir (Tefsîru'l-Menâr: 10/334).

Alman Kralı İkinci Wilhelm, bazı Alman bilginlerinin, Irak’ta Hamurabi yazıtlarına rastlayıp, Tevrât'ın büyük kısmının bu kanunlardan alınmış olduğunu söylemeleri üzerine, bir arkadaşına yazdığı mektupta bu olayın, dinin ruhuna zarar vermeyeceğini, çünkü Hıristiyanlığın, Tevrat'ın nasları üzerine değil, ruhu üzerine kurulu olduğunu söylüyor ve devamla diyor ki:

"Bana göre Tevrât'ın içerdiği birkaç tarihî fasıl, Allah'ın vahyi değil, insanların sözüdür. Allah'ın Sînâ Dağında Mûsâ'ya, İsrailoğulları şerîatini verdiği hakkındaki fasıl da böyledir. Çünkü bu yasaları -şi'rî ve remzî üslûbu haric- Allah'ın vahyi saymak mümkün değildir. Zira Mûsâ bunları büyük ihtimalle daha önceki şerîatlerden nakletmiştir. Belki de bunun aslı Hamurabi kanunlarından alınmıştır."

Wilhelm, Mesîh'in tanrılığı meselesini de, Allah'ın, yarattığı bir insan şeklinde görünmesi ile izâh ediyor: "Yani Allah, o insana kendi zatından canlı bir nefs vermiştir. Allah kâh bir kâhinde, kâh bir müşrik veya Yahudî-Hıristiyan kralda görünür. Hamurabi de Allah'ın, kendisiyle göründüğü adamlardan biriydi. Mûsa, İbrâhîm, Homeros, Şarlman, Luter, Şekspir, August Kont, İmparator Büyük Wilhelm (yani dedesi) de öyle (Allah'ın göründüğü insanlar). Allah'ın görünümü, insanların istidadına, kavimlerinin medeniyet düzeylerine göre olur. Bu görünümün zama­nımıza kadar da sürmüş olduğunu söyleyen Wilhelm, kendi şahsının da bir tanrı görüntüsü olduğunu anlatmak istemiştir (Tefsîru'l-Menâr: 10/348-349).

Bu tür iddiaların hepsi bâtıl hayâllerden ibarettir. Âciz insan, Tanrı olamaz. Kâinatın yaratıcısı olan Allah, böyle hayallerden münezzehtir.

***