Avk. Sedat Çoruh’un dört sorusu (2)
Cumartesi, 08 Ekim 2011 00:00

Avk. Sedat Çoruh’un dört sorusu (2)

(...dünden devam)

4. O söz sayın hoca efendinin kendi görüşü değil, bir asır önce, söylenen sözler. Zorunlu durumlarda sahur ortalık ağarıncaya kadar ertelenebilir ama erken yense ne sakıncası var? Önemli olan sahur meselesi değil, sabah namazı vaktidir. Bunu söyleyen hocaya göre resmi iftar vaktinde tan yeri ağarmamıştır. Oysa bütün İslâm dünyasında bu vakitte tan yeri ağarır. Tan yerinin ağarmaya başlamasıyla birlikte sabah namazı kılınabilir. Aynı şahısa  göre o zaman kılınan namaz sabah namazı değildir, kabul olmaz. Böyle söyleyebilmek için peygamber olmak gerekir. Namazın kabul olup olmayacağını sadece Allah bilir. Eğer kabul edecek bu şahıs olsa elbet o kabul etmez. Bereket versin, o zavallı kendi namazlarının kabul edilip edilmeyeceğini bilmez. Nerede kaldı başkasının namazının kabul edilip edilmediğini bilmesi.

Bakara: 187. Âyet, sabah namazının vaktini değil, orucun oruca başlama zamanını açıklamaktadır. Hiç namazdan söz etmeyen âyetin meali şöyledir: “Oruç gecesi, kadınlarınıza yaklaşmak, size helâl kılındı. Onlar sizin elbisenizdir, siz de onların elbisesisiniz. Allah, sizin kendinize yazık etmekte olduğunuzu bildi de tevbenizi kabul edip sizi affetti. Artık şimdi onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yaz(ıp takdîr etmiş ol)duğunu arayın; şafağın beyaz ipliği siyah iplikten ayırdedilinceye kadar yiyin, için; sonra tâ gece oluncaya dek orucu tamamlayın; mescidlerde ibadete çekilmiş iken kadınlara yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın (yasak) sınırlarıdır, bunlara yaklaşmayın. Allah, insanlara âyetlerini böyle açıklar ki korunup sakınsınlar.” (Bakara: 187)

Nitekim sabah namazını kıldıktan sonra da sahur yemeği yiyen sahâbî ve tabiiler vardır. Öyle iddia edildiği gibi sabah namazı kılındıktan sonra sahur yenilemeyeceği hususunda bir icma söz konusu değildir. İşte kanıt:

Nesâ'î'nin Âsım'dan rivayetine göre Zirr ibn Hubeyş, Hz. Peygamber'in sahâbîsi Huzeyfe'ye: "Allah'ın elçisi (s.a.v.) ile hangi saatte sahur yemeği yedin?" diye sormuş. Huzeyfe: "Gündüz idi, ancak henüz güneş doğmamıştı" demiştir (Nesâ'î, Siyam: 20; İbn Mâce, Siyam: 23; İbn Hanbel, Müsned: 5/400; el-Fethu'r-Rabbânî: 10/21). Ahmed ibn Hanbel Müsnedinde, Tahâvî de Me'ânî'l-âsâr şerhinde Zirr ibn Hubeyş'in şu sözünü aktarıyor: "Huzeyfe'nin evine gittim, yanına girdim. Doğumu yakın devenin sağılmasını emretti. Deve sağıldı. Yine emri üzerine, süt ısıtıldı, sonra bana 'Yaklaş' dedi.

– Ben oruç tutacağım, dedim.

– Ben de oruç tutacağım, dedi.

Yedik, içtik, Mescide geldik, namaz kılındı. Sonra Huzeyfe:

– Allah’ın Elçisi (s.a.v.) de bana böyle yaptırdı, dedi.

– Sabah olduktan sonra mı (yediniz) ? dedim

– Evet, sabah olduktan sonra, fakat henüz güneş doğmamıştı, dedi.” (İbn Kuteybe, Te'vîlu Muşkili'l-Kur'ân: s. 46; Tahâvî, Ma'ânî'1-âsâr; İbn Hanbel, Müsned: 5/396; el-Fethu'r-Rabbânî: 10/20–21)

Dârekutnî de Kays ibn Talk ibn Alî'den, Hz. Peygamber'in şu sözünü rivayet etmiştir: "Yiyiniz, içiniz, dikey ışık sizi aldatmasın. Yatay kızartı belirinceye dek yiyiniz, içiniz." (Siyam, Vaktu's-seher: Ebû Dâvûd, Savm: 17; Tirmizî, Savm: 15: el-Fethu'r-Rabbânî: 10/29–30)

Sa'd ibn Mansûr, İbn Ebî Şeybe ve İbnu'l-Munzir'in çeşitli yollarla rivayetlerine göre Hz. Ebubekir, fecri (ışığı) görmemek için kapının örtülmesini emredermiş. Dârekutnî'nin kaydettiği bir rivayete göre Hz. Ebubekir, beyazlık gökte yükselmiş iken namaz kılmış, nihayet ufukta kızartı belirince: "Bana sahur yemeğimi getirin!" demiştir.

Yine İbnu'l-Munzir'in sağlam senedle rivayetine göre Hz. Alî, sabah namazını kılmış, sonra,

"– İşte şimdi beyaz ipliğin, siyah iplikten ayırdedileceği zamandır" demiştir.

İbnu'l-Munzir: "Bazılarına göre gündüzün beyazının, gecenin siyahından ayırdedildiği zaman, ışığın yollara, sokaklara ve evlere yayıldığı zamandır"; A'meş: öhret olmasaydı, sabah namazını kıldıktan sonra sahuru yerdim" demişlerdir…( Fethu'l-Bârî: 4/136–137; el-Fethu'r-Rabbânî: 10/30)

Bunlar bana göre hep zuhur (kendini gösterme) hastalığıdır. İşte şimdi yeni hocalarda bu hasatlık var, onun için bu tv. konuşmalarında zerre kadar feyiz, huzur ve dolayısıyla din yok bana göre.


Sedat Bey’in takdiri

Merhaba Saygı Değer Hocam, inşaallah sağlığınız iyidir, daha önce telefonda bir kaç kez sizinle görüşmüştük. Ben Av. Sedat Çoruh, İlahiyatçı ve hukukçuyum, Kocaeli-Körfez'de ikamet ediyorum. Kur’ân Ansiklopedisi dâhil bütün eserleriniz kütüphanemde var. Size hayranlığımı anlatmama gerek yok, siz unutulan Kur’ân İslam'ını tekrar dünya gündemine getirdiniz ve yüz yıllardır yanlış bilinen birçok konuyu Kur’ân ışığında düzelttiniz, o nedenle Yüce Rahman sizden arzı olsun, size sağlık ve afiyet versin... Av. Sedat ÇORUH 

Cevap: Sedat Bey, iltifatkâr ve nazik sözleriniz için teşekkür ederim. Bütün gayem Kur'ân mesajını yalın ve amacına uygun olarak insanlarımıza anlatmaktır. Sanıyorum ki Cenabı Hak bu yolda bütün dirençlere rağmen bize başarı lütfetti. 30 yıl önce bizi insafsızca suçlamaktan çekinmeyen birçok kişi, şimdi bizim söylediklerimizi, kendi düşünceleri imiş gibi takdim ediyorlar ama bizi bastırmak için ellerinden geleni de yapıyorlar. Geçenlerde bir profesör de, "Siz bize Kur'ân'ı öğrettiniz. Gerçek dini öğrettiniz. Bu, neden bize değil de size nasib oldu?" demişti. Bu iş siz biz veya sen ben meselesi değil. Bu mesele Süleyman Ateş meselesi hiç değil. Mesele Kur'ân meselesidir. Ben eserlerimde "Kur'ân yasadır, hadisler o yasanın yönetmeliğidir. Yönetmelik yasayı açıklar ama yasaya aykırı olamaz. Olursa değiştirilir, çünkü esas olan yasadır, yönetmelik değildir..." derim. Bir tv kanalında konuşan genç bir zat bu sözümüzü şöyle değiştirerek kendi düşüncesi haline getirmiş: "Kur’ân anayasa, hadisler yasadır. Yasa, anayasaya aykırı olamaz." Bizim sözümüzü, sözde kendi fikriymiş gibi göstermek amacıyla böyle bir değişime gitti sanıyorum ama sözü, Kur'ân açısından yanlıştır. Ben söylediysem dayanağım var. Çünkü Kur'ân Maide Suresi 49. âyette kendisinin, şir'a ve minhâc olarak indirildiğini vurgular. Şir'a, şerîat yasası, minhâc ise onun yönetmeliği demektir. Ayrıca Ra'd Suresinde Kur'ân'ın hüküm (yani yasa) olduğu vurgulanmaktadır. İnsanın din hakkında yapacağı açıklamaların, Kur'ân deliline dayanması gerekir. Her şeye rağmen Türkiye'mizde din düşüncesinde hayli gelişme ve açılım vardır. Eğer bu açılımda bizim de bir parça katkımız olmuşsa kendimi bahtiyar sayarım. Güzel sözleriniz için tekrar teşekkür eder, gözlerinizden öperim.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş