RÜYA YORUMU ÜZERİNE (4)
Cumartesi, 09 Nisan 2016 00:00

RÜYA YORUMU ÜZERİNE (4)

(...dünden devam)

Ruhun rü’yâ görmesi, tıpkı gökteki güneşin ışınlarının uzaya yayılmasına benzer. Asıl beden içinde olan rûh da uykuda uzaklara uzanır. Gaz lambasının ışık kaynağı fitilidir. Işık fitilden çevreye yayılır. İşte bedende olan ruhun ışığı da başka yerlere uzanır, göklere çıkar, dirilerin ve ölülerin ruhlarıyla görüşür. Ruhları yönetmekle görevli melek, ruha görmesini istediği şeyi gösterir. Eğer rüyâ gören kimse, zekî, sâlih insan ise gördüğü şeyler doğru çıkar. Ama rü’yâ gören bâtıl-sever, hafifmeşreb biri ise kafasındaki bâtıl şeylerin izleri, rü’yada gördüklerine perde olur, o kimse gördüklerini hatırlayamaz. Ta‘bîrci bu rü’yâyı ta‘bîr edemez (a.g.e., s. 128).

Bazen uyuyan kimse, uyanık olan, gezip dolaşan insanları rü’yâda görür,onlarla konuşur. Rü’yâda rûh,rûh ile karşılaşıyorsa bedeninden ayrılmayan uyanık ve uzaklarda bulunan bir insan ruhu, uyuyanın ruhu ile nasıl buluşuyor? Sorusuna şöyle cevap verilmektedir:

Uyuyan kimsenin gördüğü rûh, ya rü’yâ meleğinin temsil ettiği bir meseldir; melek öteki insanın şekline girerek görünmüştür; ya da görenin bilinçaltının uykuda şekillenip görünmesidir. Bazen iki ruhun birbiriyle ilgisi o derece kuvvetli, aralarındaki bağ o derece sağlam olur ki her biri arkadaşının neler düşündüğünü, başından neler geçtiğini bilir. Bu olaya ilim dilinde “telepati” denilir.

İleride olacak olayların, rü’yâda uygun şekillere büründürülerek insana gösterilmesine en güzel örnek, Hz. Yûsuf’un gördüğü, onbir yıldız ile güneş ve ayın kendisine secde etmesidir. Hz. Ya‘kûb, onbir yıldızın, Yûsuf’un onbir kardeşine, güneşin ve ayın da babasına ve annesine işaret olduğunu; bunların, Yûsuf’a saygı göstereceklerini, dolayısıyla Yûsuf’un, ileride çok yüksek bir mevkie yükseleceğini anlamış ve Yûsuf’a, rü’yâsını kimseye söylememesini, aksi takdirde kardeşlerinin, kıskançlıkla kendisine bir tuzak kurabileceklerini tenbih etmişti.

Birçok filozofa göre rü’yâ, hayal ufkunda ortak duyuya düşen şeklin izlenimidir. Sâdık rü’yâ, ruhun melekût âlemiyle ilişki kurmasıyla olur. Beden yönetiminden boşalan rûh, ilişkili olduğu melekût âlemine çıkar, oradan mânâlar alır. Muhayyile (hayal gücü) onları uygun biçimlere sokarak ortak duyuya gönderir, böylece rü’yâ görülür.

Büyük mutasavvıfların bazıları da buna yakın bir görüş ileri sürmüşlerdir. Rü’yâ, hayal denen bağımlı misâl mertebesindendir. Hayal, bazen küllî ve cüz’î mânâları algılayan göksel akıllardan ve konuşan rûh(insan)lardan etkilenir. O zaman o mânâlara uygun şekiller görünür.Bazen de hayal, yalnız cüz’î mânâları algılayan vehim güçlerinin etkisinde kalır. O zaman hayalde bunlara uygun şekiller belirir. Bu da ya dimağ bozukluğundan, ya da ruhun vehim gücüne ağmasından ileri gelir. Meselâ sevgilisinden ayrılan kimse onu düşünür, düşünür, sonunda onu görür.

(devamı yarın..)