KUR'AN'I ANLAMAK (5) |
Salı, 16 Şubat 2016 00:00 | |||
KUR'AN'I ANLAMAK (5)(...dünden devam) İşte mutasavvıflara göre zikrin anlamı budur. Ârif mutasavvıflar, zikri bu şekilde açıklayarak ma'rifet derecesine gelmekle beraber kulluğun ve ilmin hakkını vermişler ve kulun, her bakımdan kul, Rabbin de her bakımdan Rab olduğunu bilmişler; kendi nefisleriyle değil, fakat Allah ile, kulluğun gereğini yerine getirmişlerdir. Kendi nefisleri için değil, fakat Allah için kulluk etmişler; O'nun isim ve sıfatlarının tecellîlerini görerek O'ndan başka her şeyden geçmiş, O'nunla var olmuşlardır. Abdu'l-Kahir es-Söhreverdî, 'Avârif'te özetle diyor ki: "Meşâyihten bir cemâat de (lâilâhe illâllah) kelimesini zikretmeği yeğlemişlerdir. Bu kelimenin, kalbi aydınlatmada büyük etkinliği vardır. Kul, halvetinde bu kelimeyi tekrar ede ede kelime kalbe yerleşir; dil sussa da gönül zikreder. İçinden geçen kelimenin vasıflarını alan kalbde nûr doğar. Kelimenin şekli, dilden ve kalbden gitse bile nûr cevheri kalır. Zikir, Mezkûr'un ululuğunu görmekle beraber olur. Bu takdirde zikir, Zâtı anmaktır. Müşâhede, mükâşefe, muâyene demek olan bu zikir, halvetin en büyük amacıdır. Kul zikirde bu rütbeye ulaşıp içi temizlenince ünsü ve zikrin halâvetiyle kendini zikirde kaybeder. Uyuyan nasıl kendinden habersiz olursa bu da zikrin içinde kendinden habersiz hale gelir. İşte o zaman hakikatler görünmeğe başlar. Önce hakikatler, birtakım hayallere bürünerek görünür. Nitekim uyuyan kimseye de hakikatler, hayallere bürünerek görünmektedir. Meselâ uykuda yılan öldürmek, düşmana galip gelmek şeklinde tabir edilir. Soyut anlam olan galibiyyet ru'yâda yılan öldürme şekline bürünerek görünür. Bedendeki hayâl elbisesi, düş görenin hayâl gücünden doğar. Hakk'ın haber vermesi olan zafer anlamı, hayâl gücünde yılan elbisesine bürünerek görünmektedir. Bu, yoruma ihtiyaç gösterir. Hakikatin kendisi olan zafer anlamı bir cesede bürünmeden kişiye görünmüş olsa, yorum gerekmez. O zaman ru'yâ, görüldüğü gibi çıkar. Zafer gören, gerçekten muzaffer olur. Bazen da hayal hayâle bürünüp görünür ki bu ru'yâ, adgâs-ü ahlâm'dır (hayallerin birbirine karışımıdır, bir gerçeği göstermez), bundan dolayı yorumlanmaz. Sadık sâlik de zikrullâh içinde kaybolur, yanına gelenlerin dahi farkında olmayacak derecede kendinden geçerse başlangıçta ruhunda uyanan misâl ve hayâle keşif ruhu (gerçeklerin aydınlanması, hakikatlerin ihbârı) üflenir. Ğaybetinden uyandığı zaman, gördüğü şeylerin anlamı ya Allah'tan bir lütuf olarak içine doğar, ya da şeyhi ona gördüklerinin anlamını açıklar. Yorumcunun ru'yâyı yorumlaması gibi, şeyh de sâlikin keşfini yorumlar, onun ne anlama geldiğini açıklar. Görülen şey, yorulduğu biçimde çıkar. Zira bir gerçek, hayâle bürünerek görünmüştür. Görülenin doğru çıkması, önce zikirde ihlâsa, sonra istiğrâka bağlıdır. İhlâs ve istiğrâkın alâmeti de dünyâdan yüz çevirmek, takvâya sarılmaktır. Bazen hakikatler, bir hayâle bürünmeden zâkire görünür. İşte bu keşif ve Allah'ın ihbârıdır. Keşif ve ihbâr da kâh görme ile kâh duyma ile olur. İçinden yahut dışarıdan sesler duyar. İçinden veya dışından gelen seslerle, Allah'ın, kendisine veya başkasına yapmak istediği bir şey bildirilir. Bu bildiri, sâlikin yakînini artırır. Ya da ru'yâda gerçek olayı görür[1]([1][25] İhyâ'u 'Ulûmi'd-dîn: 2/343-344. ***
|