HASTA YÜREKLİLER KİMLERDİR? (2)
Pazar, 13 Eylül 2015 00:00

HASTA YÜREKLİLER KİMLERDİR? (2)

(...dünden devam)

Âyetlerden, gerek mü'minlerin gerek kâfırlerin, gerek münâfıkların ikişer gruba ayrıldıkları anlaşılmaktadır. Mü'minler: mukarrebûn (Allah'a çok yakın olanlar) ve ebrâr (iyiler) gruplarına; kâfirler: du'ât (küfür liderleri, küfre dâvet edenler) ve taklîdçiler gruplarına; münafıklar da: hâlis münâfık ve içinde kısmen nifak bulunan gruplara ayrılırlar. Hz. Peygamber (s.a.v.), hâlis münâfığı şöyle nitelemiştir: "Dört huy vardır ki bunlar bir adamda bulunursa o kimse hâlis münâfıktır. Ama bunlardan sadece biri bulunan kimse ise o huyu terk edinceye kadar kendisinde biraz nifak olan insandır. Bu huylar şunlardır: Kendisine güvenildiği, yanına bir emânet bırakıldığı zaman hıyanet etmek, konuştuğu zaman yalan söylemek, söz verdiği zaman sözünde durmamak, çekiştiği zaman aşırı gitmek." (Buhârî, İman, 24; Müslim, İman, 25, hadîs: 106.)

Zeman zaman inanıp ardından kuşkuya düşen, imanla küfür arasında bocalayan bu hasta yüreklilerin durumu, Nisa Suresinin 137'nci âyetinde de canlandırılmaktadır:

"Onlar ki inandılar, sonra inkâr ettiler; daha sonra yine inandılar, yine inkâr ettiler. Sonra inkârları arttı. İşte Allah onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir!"

İnanıp inkâr eden, tekrar inanıp yine inkâr eden insanların kimlikleri hakkında çeşitli rivayetler vardır. Kimine göre bunlar Yahûdîler, kimine göre de münâfıklardır.

Fakat âyetlerin ruhundan anladığımıza göre bunlar sabit bir zümre değildir. Bu âyetler bir karakter çizmektedir. Böyle insanlar her zaman ve her toplumda bulunabilir. Bazı tipler vardır ki bir türlü içlerine iman yerleşmez. İnanırlar, fakat imanları sağlam olmadığı için hemen bir kuşku ile inkâra saparlar. Ama küfürde de rahat edemez, yine inanırlar, fakat yine saparlar. Böylece imanla küfür arasında bocalaya bocalaya sonunda yüreklerini tamamen inkâr sarar, kalbleri katılaşır, artık doğru yolu bulamazlar. İşte nifakın sonu budur. Demek âyette karakterize edilen tip, nifak tipidir.

"Andolsun, iki yüzlüler, kalblerinde hastalık bulunanlar, şehirde kötü haberler yayanlar (bu yaptıklarından) vazgeçmezlerse seni onların üstüne süreriz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada, senin yanında ancak az bir zaman kalabilirler. 61- La‘netlenirler; nerede rastlansalar yakalanıp; öldürülürler. Allah'ın önceden geçen(millet)ler arasında (uygulanan) yasası budur (Peygamberlere karşı iki yüzlülük edenler öldürülürler). Allah'ın yasasını değiştirme(ğe imkân) bulamazsın..." (Ahzâb: 97/60-62)

Bu âyetlerde, ikiyüzlüler, kalblerinde hastalık bulunanlar ve kentte kötü haber yayıp karışıklık çıkaran, dehşet ve korku uyandıran, halkın moralini bozan kimseler, bu davranışlarından vazgeçmedikleri takdirde Allah’ın, Elçisini onların üstüne salacağı ve onların, artık Medîne’de tutunamayacakları; her yerde la‘netlenecekleri ve nerede bulunsalar yakalanıp öldürülecekleri; bunun, öteden beri uygulanan İlâhî yasa gereği olduğu; Allah’ın yasasının değişmeyeceği belirtilmektedir.

Bu âyetler, Hz. Peygamber’in aleyhinde ileri geri laflar söyleyen, namuslu insanlar hakkında kötü sözler söyleyip kuşkular uyandıran, namuslu kadınları rahatsız eden saygısız insanları uyarmakta; bu yaptıklarından vazgeçmedikleri takdirde cezalandırılacakları, hattâ la‘netlenip öldürülecekleri ihtâr edilmektedir.

Âyetler, Hz. Peygamber’e, edepsiz kişileri şiddetle cezalandırma yetkisi vermektedir. Toplumun selâmeti için gerektiğinde toplum birliğini ve dirliğini bozan bozguncular öldürülebilir. Bu, Peygamber’e verilen bir yetkidir. Ancak Peygamber’in, bu bozguncu kişileri cezalandırıp öldürdüğüne dair bir rivayet yoktur. Tam tersine, bunlardan sonra inen âyetlerden, Hz. Peygamber’in, bu ikiyüzlü kişilere yumuşak, hoşgörülü davrandığını öğrenmekteyiz. Onların bütün olumsuz davranışlarına rağmen Peygamber (s.a.v.) onlara yumuşak davranmış, tevbe kapısını daima açık bırakmıştır. Çünkü sonuçta onlar da insandır. İnsan hatâ edebilir. Bir gün gelir, yaptığına pişman olup döner, Allah’a yönelir, af diler.

Kaldı ki bunların hepsi de katıksız münafık değillerdi. Bazıları münafıkların sözlerine aldanan, ruhen hasta insanlardı, uslanma kabiliyetleri vardı. Onun için bu hasta yüreklilere tevbe kapısı açık tutulmuştur. Gerçekten de münafık diye bilinen birçok kimse, sonra tevbe etmiş, samimi Müslüman olmuştur. Çünkü nifak da insandan hiç ayrılmayacak bir sıfat değildir. Eğitimle bu hastalık tedavi edilebilir.

***