Nazar değmesi |
Cumartesi, 03 Eylül 2011 01:21 |
NAZAR DEĞMESİ Esselamualeyküm, nazar ayeti diye bilinen Kalem Suresi 51/52’ci ayetleri incelediğimizde nazar ile alakalı olmadığı kanaatine vardım. Nazar konusu bana biraz sıkıntılı geldi. Gönlüm yatışmadı. Konu ile alakalı rivayet edilen hadisleri nasıl değerlendireceğiz? Nazar var mıdır? Hasan Kılıçöz Cevap: "51- O inkâr edenler zikri (Kur'ân'ı) işittikleri zaman, neredeyse seni gözleriyle devireceklerdi. "O mecnundur" diyorlardı. 52- Hâlbuki o, âlemler için uyarıdan başka bir şey değildir!" Kalem: 2/51-52. âyetlerde müşriklerin, Hz. Muhammed (s.a.v.)e karşı duydukları kıskançlık ve düşmanlık tasvir edilmektedir. Onlar Peygamber’in Kur’ân okuduğunu duydukça âdetâ gözleriyle onu yerinden kaydıracak, devirecek şeklinde baktıkları ve ona “cinli” dedikleri; oysa Kur’ân’ın, bir cinli saçması değil, âlemlere Zikr (uyarı, şan ve şeref) olduğu vurgulanmaktadır. Abdullah ibn Abbâs’a ve Mücâhid’e göre “leyuzlikuneke bi-ebsârihim” gözleriyle seni etkileyecekler anlamındadır (İbn Kesîr, Tefsîr: 4/410). Yani sana öyle hasedediyor, seni öyle kıskanıyorlar ki neredeyse gözleriyle seni etkileyecek, devirecekler demektir. Böyle mânâ verenler, bu âyeti, nazar değmesinin gerçek ve Allah’ın izniyle olduğuna delîl sayarlar. Bu konuda hadisler de rivâyet edilmiştir: “Sadece göz değmesine, yılan ve akrep ısırmasından zehirlenmeğe ve burun kanamasına karşı afsun, en yararlı afsundur, ondan başka afsun yoktur” (Ebû Dâvûd, Tıb: b. fî’r-raky ), “Göz değmesi haktır, kaderi geçen bir şey olsaydı, nazar (göz değmesi) kaderi geçerdi (yani göz değmesi kaderi geçemez; her şey kader ile olur). Abdullah ibn Abbâs’ın rivâyetine göre de Allah’ın Elçisi (s.a.v.), Hasan ile Hüseyn’e nazar değmemesi için: “Her türlü şeytandan, zararlı şeylerden ve kem gözlerden bütün kelimeleri yüzü hürmetine Allah’a sığınırım” du’âsıyle Allah’a sığınırdı” (Buhârî, Bed’u’l-halk, Enbiyâ: 10; Ebû Dâvûd, Sünnet: 20) ve “İbrahîm de oğlu İshâk için böyle du‘a ederdi” derdi (Buhârî, Bed’ul-halk, bâbu mâ yeziffûne’n-neslân fî’l-meşy; Tıb: 18; İbn Mâce, Tıb: 36). Umeys kızı Esmâ, Allah’ın Elçisine: “‘Yâ Resûlallah, Ca‘fer Oğullarına göz değer, onun için afsun yapayım mı?’ diye sordu. Allah’ın Elçisi: ‘Evet, kaderi geçen bir şey olsaydı, göz onu geçerdi’ dedi.” (İbn Mahce, Tıb: 33; Tirmizî, Tıb: 17) Âyette “Nerdeyse gözleriyle seni kaydıracaklardı” ifadesinin, göz değmesi anlamına geldiği görüşünde olanlar, görüşlerini bu hadislerle desteklemişlerdir. Fakat burada kastedilen, Hz. Peygamber’e göz değeceği değil, kâfirlerin ona çok kızgınlıkla, onu yiyecek, devirecek gibi bakmaları anlatılmaktadır. Nazar değmesini kabul etmeyenler varsa da gerek aktarılan hadisler, gerek bu konuda gözlemlenen ve yaşanan olaylar, bunun bir gerçeği olduğunu kanıtlar. Râzî, nazar değmesi olayını şöyle açıklar: İnsan bir şeyi beğendiği zaman ya o hoşuna gittiği için o şeyin kalmasını ister; ya da ondan rahatsız olur, sahibinin elinden çıkmasını ister. Her iki istek de ruhta ısınma meydana getirir. Ama ruhun ısınma derecesi aynı değildir. İşte bu algıların etkisiyle oluşan ısınma, gözden, beğenilen cisme (objeye) doğru bazı parçaların (ışınların) akmasına neden olur. Gözden yansıyan bu parçalar (ışınlar), beğenilen şeyi zehir veya ateş gibi etkiler. “Demek ki öfkenin bedende bir hükmü olduğu gibi, gözlerin de başkalarına göre karşılarındakine iyi veya kötü bir hükmü, etkisi olur. Kimi elektrik gibi dokunur, çarpar, miknatıslar, manyatize eder; kimi meclûb olur, kimi de aldığı teessürle hasedinden bir ğayze düşer, türlü türlü suikasta kalkışır ki bunun hangisi olursa olsun hedefine erdiği sûrette isâbet-i ‘ayn (göz değmesi) veya nazar ta‘bîr olunur.” (Hak Dini Kur’ân Dili: 7/5305) El-Cevahir fî Tefsîri’l-Kur’ân yazarı merhum Şeyh Tantâvî de bu konuda şu bilgiyi vermektedir: “Her rûhun kendine özgü bir özelliği vardır. Rûhçular bu özelliğe ‘manyetik sıvı (Perisperi)’ derler. Biz bu sıvıyı sadece eserleriyle biliriz. Biz çirkin sûretler, kötü düşünceler düşünür veya riyâ, kibir, hased, cimrilik, kendini beğenme, nefret, insanların iyiliğini istememe gibi üzücü huylarla vasıflanırsak bu, rûhlarımızdan yayılan sıvılar meydana getirir. Bu sıvılar iki türlü etki yapar: Biri bedenimizin içinde, biri dışında görülür. Bu düşünceler rûhlarımızı sıkar, üzüntü, keder verir, şayet insanın üstünden perde kalksa da bu düşüncelerin sûreti görünse insanlar o kişiyi kınar, ondan uzaklaşıp onu yalnız bırakırlar. İşte bizim düşüncelerimizin sûretleri, ölümümüzden sonra bize görünecek, bizi utanç ve üzüntü içerisinde bırakacaktır ki ‘âzâbu'l-hizy: utanç azâbı’ tabiri ile anlatılan budur. Bütün müfessirler bunun ateş azâbından daha çetin olduğunda ittifak etmişlerdir. Bu, manyetik sıvının rûh üzerindeki etkisidir. Bu sıvının beden üzerindeki etkisine gelince: En azından bu, bulunduğu meclislerde kendini gösterir. Çünkü içinde taşıdığın düşüncelerden oluşan sıvıyı yanında oturan salih kişiler hisseder, senden kaçar ve o meclislere gelmek istemezler. Herkes o meclisten içi sıkılmış olarak kalkar. Sebebi de arada kaynaşma olmamasıdır. Demek ki bu düşünce ve huyların en az zararı, bizimle oturanları rahatsız etmesidir. Bundan daha büyük zararı da göz değmesidir. Göz değmesi, çok eziyet veren kötü bir nefsin kötülük atmasıdır. O nefisten o zehirli sıvı çıkar, göz değen kimseye eziyet eder. Bu, tıpkı insanların birbirlerine ok ve mızrak atıp birbirlerini öldürmelerine benzer. Silâhı en güçlü olan, başkasını daha çok öldürür. İşte büyü, rûhlarda gizli olan o kötü güçlerden biridir. Bu gücü, miran (egzersiz) ile ortaya çıkarmak mümkündür. Miran büyü işleri yapmaktır. Yapa yapa nefis kötülüğe alışır ve göz değmesi gibi başkasına kötü etki yapar. İşte kötü nefislerin vasıfları budur. Kötü vasıflı rûhlardan kötü ışınlar yayıldığı gibi iyi, güzel düşünce ve huylarla dolu rûhlardan da yararlı, sevinç veren ışınlar yayılır. (Bkz. el-Cevâhir fî Tefsîri'l-Kur'ân: 25/290-292) Hastalık ve Göz Değmesi Hakkında Hz. Peygamber'in Du‘âları: Felak Sûresinin sözgeliminden, Bakara: 92/102'nci âyetten ve sağlam hadîslerden büyünün ve göz değmesinin bir gerçek olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah: “De ki: 'Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım ve onların bana uğramalarından sana sığınırım'." (Mü'minûn: 74/98) âyetinde şeytanların dürtüklemelerinden, uğramalarından Allah'a sığınılması emredilmektedir. Peygamber (s.a.v.) bazı hastalıklara bazı âyetler, özellikle İhlâs, Felak ve Nâs sûrelerini okuduğu gibi ağrıyan yere elini koyup: yedi kere: “Allah'ın adiyle; bulduğum ve kurtulmak istediğim ağrıdan Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım" derdi (Muvatta', ‘Ayn: 9). Hz. Âişe de şöyle demiştir: "Peygamber (s.a.v.), ailesinden birini (hasta halde) görünce, onu sağ eliyle mesheder (sağ elini hastaya sürer): "Allahım, ey insanların Rabbi, hastalığı gider, bu kuluna şifâ ver, şifâ veren sensin. Senin hiçbir hastalık bırakmayan şifândan başka şifâ yoktur!” (Buhârî, Tıb: Rukyetu'n-Nebiyy s.a.v.) Peygamber (s.a.v.), hastaya şöyle de du‘â etmiştir: "(Allah'ın Elçisi, işaret parmağına tükürüp onu yere değdirmiş ve parmağına bulaşan toprağı alıp hastanın ağrıyan yerine veya yarasına sürerken) Bu yurdumuzun toprağı, birimizin (yani kendisinin) tükürüğüdür. Rabbimizin izniyle hastamız şifâ bulur." (Buhârî, aynı bab; Fethu'l-Bârî: 10/208; Tirmizî, Da‘avât: 112) Görüldüğü üzere göz değmesi ve diğer hastalıklar münasebetiyle Allah'ın Elçisi, du‘â edip Allah'tan şifâ dilemiştir. Ancak du‘â ederken üflenip üflenmeyeceği konusunda bilginler arasında görüş ayrılığı vardır. Bir bölümüne göre Peygamber (s.a.v.) bir ağrı, sızı hissettiği zaman Muavvizât'ı okuyup vücuduna üfler, ellerini de bedenine sürerdi. Hz. Âişe'den gelen bu rivayete göre okunan du‘âyı bedene üflemek sünnettir. Fakat bir bölüm bilgin de du‘âyı üflemeyi mekruh görmüştür. Hasta olan Dahhâk'e, birisi: "Sana okuyayım mı?" demiş, Dahhâk: "Oku ama üfleme!" demiştir. Adam Muavvizât'ı okumuş. İkrime'nin de: "Du‘â edenin üflememesi, ellerini sürmemesi, düğüm bağlamaması gerekir" dediği rivayet edilir. Felak Sûresinde, düğümlere üfleyenlerin şerrinden Allah'a sığınma emredildiği için İkrime, üflemenin kötü bir şey olduğu yargısına varmıştır. Fakat Fahreddîn-i Râzî'ye göre İkrime'nin görüşü zayıftır. Çünkü başkalarının ruh ve bedenine zarar vermek amacıyla düğüm bağlayıp onlara üflemek kötü bir şeydir ama ruh ve bedenlere zarar vermek için değil, yarar vermek için du‘â edip üflemek haram olmaz (Mefâtîhu'l-ğayb: 32/190). Okumak, ruhsal bir telkin ve tedâvîdir, birini şifâya kavuşturması için Allah'a du‘â ve niyazdan ibarettir. Şifâyı veren Allah'tır. Bunun ötesinde muskacılık, üfürükçülük yapıp bu yolla geçim sağlamak, İslâm dînine ve Peygamber yoluna aykırıdır. Muska yapanları görüp onların şahıslarında Müslümanlıkla alay edenlere şaşmamak mümkün değildir. Bunlar, İslâm dininin muskacılığı, üfürükçülüğü emrettiğini; muskacılığın, bir İslâm geleneği veya emri olduğunu sanarak İslâm ile alay etmeğe kalkarlar. Onların bu tutumu, cehaletlerinin sonucudur. Düğümlere okuyup üfleyenlerden Allah'a sığınmayı emreden, büyüyü haram kılan, büyü yapanı da en ağır biçimde cezalandırmayı emreden İslâm dininin, muskacılık ve üfürükçülükle ilgisi yoktur. O tas kurup cin çıkarmalar, yazdıkları muskaların mikroplu mürekkeplerini hastalara içirip onları daha da perişan durumlara sokanlar elbette günah işlemektedirler. Peygamber (s.a.v.): "Bir düğüm bağlayıp ona üfleyen büyü yapmış olur. Büyü yapan şirk koşmuş olur. Vücuduna muska asan, ona havale edilir (yani Allah ondan elini çeker, onu astığı muskaya bırakır)" buyurmuştur (Nesâî, Tahrîm: 19). Abdullah ibn Mes‘ûd'un ümmü veledinin (yani kendisinden çocuk doğurmuş cariyesinin) koluna bağlı temîme(nazar değmemek için bağlanan, boncuktan yapılı pâzûbend)i şiddetle çekip kopardığı rivâyet edilir (Mefâtîhu'l-ğaybe: 32/190). Fakat bu rivâyetler, iyi niyetle bir hastalığa Allah'tan şifa dilemek için okumayı reddetmeyi gerektirmez. Hulûs-i niyyet ve temiz nefeslerle Allah'a sığınarak Allah'tan şifa niyaz ederek okuyup üflemeyi, büyücülük gibi düşünmek doğru değildir. Her şey Allah'ın yasaları çerçevesinde olur. Allah'a gönülden bağlılık ve içtenlikle O'na du‘â, nice darlıkları, sıkıntıları kaldırır; nice onulmaz hastaları şifaya kavuşturur; nice umutsuzlara gönül ferahlığı, umut ve yaşama şevki verir. Her kūluna her anda; Geh kahr-u geh ihsânda Her ânda O bir şânda; Mevlâl görelim neyler, Neylerse güzel eyler! |