BÂTINÎ TEFSÎRLERİ (2)
Salı, 06 Mayıs 2014 00:00

BÂTINÎ TEFSÎRLERİ (2)

(...dünden devam)

İhvân-ı Safa ile mutasavvıflar arasında benzerlik vardır. İkisi de Hakikat-i Ulyâya (en yüksek hakikate) varmak amacını güderler, ikisi de bilgilerini ruhanî âlemden, Allah'ın desteğiyle vahiy ve ilham yoluyla aldıklarını ileri sürerler (İhvân-ı Safa Risaleleri, 3/280, Mısır, 1347/1926). Fakat tuttukları yol tamamen ayrıdır. İhvân-ı Safa felsefi yolla en yüksek hakikate ermek isterken mutasavvıflar tamamen şeriat dairesinde, bütün ibadetlere ve taatlere sarılarak, dünyayı terk ederek buna ulaşmak çabasındadırlar. Hattâ ferdiyet (bireylik) bilincini tamamen yok edip ülûhiyet (tanrılık) fikrinde yok olmayı (fena) hedef tutmakla İhvân-ı Safâ'yı geçerler. Onun için İhvan-ı Safa filozof iken mutasavvıflar zâhiddirler. İhvân-ı Safa faaldirler. Siyasî faaliyete katılmış, mevcut rejimi devirmeğe çalışmışlar, İsmaîlî ve Bâtınî hareketinin teorisyenleri olmuşlardır. Mutasavvıflar aktüel (günlük) hayata karışmazlar. Uzlete çekilir, bu gölge ve hayal âlemiyle ilgilenmek istemezler (Goldziher, Mazahibu't-Tefsîr, s. 231-2).

İhvan-ı Safâ'ya göre: Kimi cehennemde yılanlar, akrepler olduğuna, fasıkları yediğine, sonra onların cehennemde tekrar dirildiklerine inanır. Cennet ni'metlerini ve cehennem azabını maddî şekilde düşünür. Gerçi peygamberlerin söyledikleri tamamen doğrudur. Ama bu, zalim ve kâfirlerin anladığı biçimde değildir. İnsanlar başka türlü anlayamadıkları için bu şekilde ifade etmişlerdir. Yoksa iş, bunun ötesindedir ki, onu ancak Allah ve ilimde râsih olanlar bilir.” (Resailu İhvani's-Safa, 3/78)

“Cennet, cismanî heyula olmayan ruhlar âlemidir. Kıyamet kalkmak demektir. Ruh ne zaman hapsolunduğu şu cisimden kurtulup kalkarsa, işte o zaman kıyamet kopmuş, yani (ruh) kalkmıştır. Çünkü ruh, cesedde iken kalkamıyordu. Ruhlar âlemi, ebedî dirilik ve ruhanî lezzet olan Cennettir. Cehennem ise Kamer feleği altında bulunan değişme, istihale (dönüşüm) ve belâda daim olan(sürekli değişen, dönüşümlü olan) bu kevn-ü fesad (oluşma ve bozulma) âlemi, yani cesetler âleminden ibaret olan dünyadır. Bunun ehli:

Derileri olgunlaştıkça -azabı tatsınlar diye- onlara başka deriler veririz.” (Nisâ Sûresi: 56)

İhvanı Safa, hükümlerin bir zahiri bir de bâtını olduğunu, bâtını anlayanların nefisleri (ruhları) cesedden ayrılınca derhal cennete uçacağını, fakat sadece zahirini anlayıp onunla amel eden nefislerin, cesedden ayrıldıktan sonra Sırât-ı Müstakîm olan insanlık şeklinde kalacaklarını, tâ Sıratı geçmeğe cevaz verilinceye kadar böyle olacaklarını; fakat ne zahirî, ne de batınî manâları anlamayıp uygulamayanların da hayvanlık derecesine düşeceklerini söyledikten sonra, uzun bir şiirde insanları dinden şüpheye düşürecek birtakım sorular ortaya atar ve bunları böyle belirsiz bırakırlar:

“Rumuzdan anlamayan cahil söylesin bakalım: Sûre­lerin âyetlerinin sayısındaki hikmet nedir? Namaz, zekât, temizlik gibi farzların miktarlarındaki hikmet nedir? Ülü'1-Azm ne kadardır? Allah'ın niçin doksan dokuz ismi vardır? Ümmet nasıl yetmiş üç fırkaya ayrılır? Nübüvvet nasıl kırk altı şubedir? Rü'ya-i sadıka (doğru rüya) neden peygamberlikten bir cüz'dür? Hamele-i Arş (Arşı taşıyan meleklerin) ve Cennet kapılarının sayısı nedir?

طـه حم طـس (Tâ hâ Hâ Mîm Tâ Sîn) Ve benzerleri nedir? İblis'in yardımcısı olan yılan ve tavus nedir? Âdem'in yediği buğday nedir? Onu yiyince avreti nasıl açıldı? Karga Kābil'e kardeşini defnetmeyi nasıl öğretti? İbrahim'e serin olan ateş nedir? Tufan, tahta gemi nedir? Yusuf'un gömleği, Yusuf’u yiyen kurt, iftira ile getirilen yalan kan, Yusuf'un atıldığı kuyu nedir? Yusuf'u nasıl az para ile sattılar?...” (Resailu İhvâni's-Safâ, 4/190-196) gibi sorulardan sonra bunların şeriatın sırlarından olduğunu, kalbi paslı olanlara açılamayacağını söylüyor ve bu suretle şüpheye düşürüp insanları dinden soğutarak kendi mezheplerine yani felsefî dinlerine sokmağa çalışıyorlar. Bu gibi te’villerin ne şahidi, ne de ilhamı vardır. Bunlar, tamamen indî ve maksatlı düşüncelerin ürünüdür.

(devamı yarın..)