RAMAZANDA GECE NAMAZI *** MELÂMÎLİK NEDİR
Pazartesi, 03 Şubat 2014 00:00

RAMAZANDA GECE NAMAZI

Muhterem Hocam... Sık sık sizi rahatsız ediyoruz. Kusura bakmayın. Bizleri aydınlattığınız için Allah sizden razı olsun. Tek başınıza bir üniversite gibi çalışıyorsunuz. Bu nedenle ben, köşe­nize "Süleyman Ateş Üniversitesi" diyorum.

Hocam yine bir müşkilim var, cevaplarsanız çok rahatla­yacağım. Gece namazı konusunda, 05.02.2012 tarihindeki cevabı­nızla beni yönlendirdiğinizden bu yana; sabah ezanından 20-25 dakika önce kalkıp gece namazını eda ediyorum. Ardından biraz dua ve tesbihatla ezanı bekliyorum. Özetle gece namazı ne zaman kılınmalıdır?

Cevap: Gece namazı gecenin yarısından itibaren sabah namazı vaktine kadar olan zamanda kılınan namaza gece namazı denilir. Hatta sabah namazının sünneti bile gece namazına dâhil olabilir. Çünkü Peygamberimiz: "Sabahın iki rek'ati, benim için dünyadan ve dünyanın içinde bulunan tüm nimetlerden hayırlıdır" buyurmuştur. Gece namazı niçin çok makbuldür? Çünkü o zaman kılınan namaz daha huzurlu olur. Fikir dinlenmiş, sesler kesilmiştir. Herkes uykudadır. Kul o dingin saatte ibadete durunca daha bir huzur bulur. Şimdi sabah namazından önceki namaz gece namazı olduğuna göre siz bu namazı ister imsakten önce kılın, ister sonra kılın. Hangi vakitte kılmaktan daha çok huzur duyuyorsanız işte efdal olan odur. Ama imsak için vakit varsa, önce namazı huzur ile kılıp ardından sahur yemeğini yemeyi, ardından da sabah namazını kılmayı tercih ederim.

Siz o takvimlerdeki dakikalara, saniyelere fazla takılmayın. Kur'ân, vakitleri öyle saniyelerle belirtmez, genel, ana çizgileriyle söyler. Önemli olan, kulun Allah'a yönelmesidir. En makbul namaz, huzur ile Allah sevgisi ile kılınan namazdır. Allah saniyelere bakmaz, kulun gönlündeki niyete, düşünceye bakar. Zira O "Gönüllerde olanı bilir!" buyurmaktadır.


 

MELÂMÎLİK NEDİR

Hocam melâmilik hakkında ufak bir görüşünüzü alsam lütfeder misiniz?

Cevap: Melâmîlik, melâmet kökünden gelen bir kelimedir. Hicri 3-4. asırlarda tasavvuf şekliyata dökülüp hırka ve tesbih taşıma gibi görüntülere ağırlık verilmeğe başlanınca bir grup derin bilgi sahibi mutasavvıflar, bu gösterişten kaçmayı, güzelliklerini sadece Hakk'a, kusurlarını da halka gösterme düşüncesini benim­sediler. Bunların başında İbrahim Havass vardır. Bunlar farz iba­detler dışında sıradan insanlar gibi yaşıyor, göründüler. Nafile ibadetlerini halka göstermekten, özellikle riyadan (gösterişten) son derece sakındılar. Kusurlarını halka gösterip kendilerinin kınan­malarını istediler ki içlerinde herhangi bir kibir, gurur bulunmasın. İşte kendilerinin kınanmalarına hiç aldırış etmeyen, sadece Hakk'ın rızasını gözeten bu tasavvuf akımına melâmetîlik dendi. Bunların düsturu şu âyet-i kerîmedir:

"Ey inananlar, sizden herhangi biri dininden dönerse bilin ki Allah pek yakında öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da O'nu severler. Herhangi bir lâimin (kınayıcının) levmesinden (kınamasından) korkmazlar." (Mâide: 54)

İşte bu âyetteki levme kelimesinden melâmet düşüncesi doğmuştur. Bu akım bağlılarına melâmetî denmiştir. Daha sonra kelimedeki t atılarak melâmîlik adı şöhret bulmuştur. Son zaman­larda Melâmîlikte dini emirlere kayıtsızlık görülmüştür ama asıl ekolün mensuplarında böyle bir düşünce yoktur. Onlar, dinin farzlarını yaparlar ama artı ibadetlerini göstermezler, Hakka karşı gönülleri nasıl doğru olursa, neyi manevi durumlarına uygun hissederlerse onu yaparlar. Bu konuda insanların değerlendirmesini umursamazlar. Onların tek amacı Hakk'ın rızasıdır.