TEMEL TEVHÎD |
Çarşamba, 15 Ocak 2014 00:00 | |||
TEMEL TEVHÎD(...dünden devam) İslâm, bütün dinlerin temeli idi. Hz. Muhammed (s. a. v.), bozulan, şirke bulanan bu dini, şirk bulaşıklarından temizleyip gerçek tevhîde kavuşturacaktı. İslâm, sadece Hz. Muhammed’e gelen, eski ile hiç ilgisi bulunmayan bir din değil, eskiden beri mevcudolan tevhîd dinidir. Bütün peygamberler bu dini öğretmişlerdir. Hz. Muhammed (s. a. v.), bu dinin son tebliğcisidir. “De ki: ‘Ben türedi bir elçi değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyuyorum ve ben apaçık bir uyarıcıdan başka bir şey değilim’.” (Ahkaf: 66/9), “O size, dînden Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimizi şerî‘at (hukuk düzeni) yaptı. Şöyle ki: dîni doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat kendilerini çağırdığın (bu) esas, Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve iyi niyyetle yöneleni kendisine iletir.”( Şûrâ: 62/13) âyetleri bu gerçeği ortaya koymaktadır. Hasılı Araplar dinsiz insanlar değillerdi. Allah’a inanıyor, Allah için haccediyor, namaz kılıyor, bazıları zekât da veriyorlardı. Namazları rükû‘lu ve secdeli, İslâmın namazına benzer idi. “Onların Beyt(ullah) yanındaki namazları da, ıslık çalmadan ve el çırpmadan ibarettir. ‘O haldeinkârınızdandolayıazâbıtadın(şimdi)!’” (Enfâl: 93/35) âyetini açıklarken Abdullah ibn Ömer, ıslık çalmış, yanağını eğmiş, ellerini birbirine vurmuştur. Yine ondan gelen rivâyete göre Araplar yanaklarını yere koymak, el çırpmak ve ıslık çalmak suretiyle ibâdet ederlerdi (İbn Kesîr, Tefsîr: 2/208). Secdenin Araplar arasında bilindiği ve yapıldığı, Prof. Takui Izutsu’nun tarafımızdan Türkçeye çevrilmiş olan "Allah ve İnsan" adlı kitabında genişçe izah edilmiştir (Namazın İslâm’daki gelişmesinin de yine Peygamber’in Mekke döneminin sonuna, hattâ Medîne döneminin başlarına kadar sürdüğü, daha sonra sabit bir hal aldığı söylenebilir.). Kur’ân-ı Kerîm’de “Ey inananlar, rükû‘ ediniz, secde ediniz” (Hac: 88/77) emirleri de Araplar arasında rükû‘lu ve secdeli namazın varlığını gösterir. Çünkü öyle olmasa, rükû‘ ve secdenin ne olduğu, dinleyenlere açıklanırdı. Hiçbir açıklama yapmadan doğrudan “rükû‘ ediniz, secde ediniz” denmesi, muhatapların rükû‘ ve secdeyi bildiklerini gösterir. Araplar namaz kılıyor, ibâdet ediyorlardı ama ibâdet esnasında Allah’ın yanında başka tanrıları da anıyor, onların Allah ile kendileri arasında şefâ‘atçi olacaklarını sanıyor, bu yüzden Allah’a taptıkları gibi onlara da tapıyorlardı. Namazları da ruhsuz, bir şekil ve gösterişten, gelenekten ibâret hale gelmişti. Peygamber (s.a.v.) ile onlar arasında en büyük sürtüşme nedeni, onların Allah’a ortak koşmaları ve âhirete kesin biçimde inanmamaları idi. Peki ama müşrikler âhirete inanmadıkları halde nasıl namaz kılıyorlardı? diye bir soru ortaya atılabilir. Bunun yanıtı şudur: Onlar ruhun tekrar bedene girip kaldırılacağına, öldükten sonra insanın yeniden bedene sokulup diriltilerek yaptıklarından hesap vereceğine inanmıyorlardı. Ama içlerinde bazıları ruhsal bir âhiret hayatına inanıyordu. Onların kiminde bulunan âhiret inancı, kötülüklerden caydırıcı, iyiliklere yönlendirici nitelikte güçlü bir inanç değil, sadece zandan ibaret kuşkulu bir düşünce idi. Kur’ân, caydırıcılığı olmayan bu zannî âhiret düşüncesini gerçek inanç kabul etmemektedir: “‘Allah’ın va‘di gerçektir, Kıyâmet sâatinde kuşku yoktur.’ dendiği zaman: ‘Saat nedir bilmiyoruz, (onu) sadece zannediyoruz, kesin inanmıyoruz’ demiştiniz ha?” (Câsiye: 65/32) Çoğunluk ise ölümden sonra bir hayatı hiç kabul etmiyordu. Fakat geleneksel bir dinleri ve ahlâk kuralları vardı. Hz. İbrâhîm ve İsmâ‘îl’den kaldığına inandıkları dinlerini sürdürüyorlardı. Yalnız bu dinin âhiret unsurunu boşaltmışlar, dini şirke bulayarak özünü bozmuşlardı. İşte Peygamber (s.a.v.) bozulmuş, asıl temel unsuru olan âhiret inancından soyutlanmış, eskimiş ve zamanla ruhunu kaybetmiş dini düzeltmek, asıl temizliğine kavuşturmak, yeniden ruh verip onu canlandırmak için görevlendirilmiştir. ***
|