KUR'ÂN ÖNCESİ ARAP TOPLUMUNDA DİNİ DÜŞÜNCE VE İBADET (5)
Salı, 14 Ocak 2014 00:00

KUR'ÂN ÖNCESİ ARAP TOPLUMUNDA DİNİ DÜŞÜNCE VE İBADET (5)

(...dünden devam)

Araplarda yalnız namaz, zekât, hac ve kurban ibadetleri değil, oruç ibâdeti de vardı. “Ey inananlar, sizden öncekilere yazıldığı gibi (gü­nâhlardan) korunmanız için sizin üzerinize de oruç yazıldı” (Bakara: 92/183) âyeti, oruç ibâdetinin de eski dinlerde var olduğunu gösterir. Hz. Peygamber’in, İs­lâmdan önceki dönem­lerde özel­likle hanîf diye anılan bazı zâhid Araplar gibi Ramazan ayında ibâdete çekilmesi, orucun da Araplar arasında uy­gulanan bir ibâdet oldu­ğunu kanıtlar. Eğer sıyâm kelime­sinin ne anlama geldiğini Araplar anlama­salar, Sıyâm size farz kılındı, üzerinize yazıldı” sözü askıda kalır; “Bize farz kılınan sıyâm ne demek­tir?” diye sorarlardı. Ama bunu soran olmamıştır. Çünkü hitâbedilen top­lum, sıyâm(oruç)un ne demek olduğunu biliyordu. Zaten Rama­dân keli­mesi, çok sıcak an­lamındaki ramd (الرَّمَض) kökünden gelir. İbn Manzûr şöyle diyor: “Ra­mazan ayı, (رَمَضَ)den alınmıştır. Oruçlu­nun içi susuz­luktan yanınca (رَمَضَ) denir. Yüce Allah: Ramadân ayı ki Kur’ân o ayda indirildi’ (Bakara: 92/185) buyurmuştur” (Lisânu’l-‘Arab: 1/1224-1225). Bu ifadeden açıkça oruçluların sıcaktan içleri yandığı için oruç ayına Ramadân ayı dendiği ve bundan da Ramadân ayının, Araplar arasında eskiden beri oruç tutulan ay olduğu anlaşılır. Zaten Hz. Pey­gamber(s.a.v.)in, peygamberliğinden önce, Ramazan ayında Hirâ Mağarasında sayılı birkaç gece ibâdete çekilmesi de bunu kanıtlar.

O halde, İslâm'ın beş temeli: yani Allah’tan başka Tanrı olma­dığına inanmak, namaz, zekât, oruç, hac ibâdetleri İslâmdan önceki İlâhî dinlerde de vardı ve o dinlerden Araplara geçmiştir veya bu esaslar, Araplara, ataları Hz. İbrâhîm ve İsmâ‘îl dininden kalmıştır. Araplar Kitâp ehli olan Yahûdî ve Hıristiyanlarla da temas halinde idiler. Ticâret için gittikleri güney ve kuzey ülkelerde Yahûdî ve Hıristiyanlarla temas edi­yor, onların ibadet şekillerini görüyorlardı. Medîne ve yöresinde de çok miktarda Yahûdî, Araplarla yan yana yaşıyor ve onları etkiliyorlardı. Hat­tâ Medînede’de bazı âileler, çocuklarını, din bakımından kendile­rin­den üstün, kültürlü kabul ettikleri din eğitimi veren Yahûdî âilelerin yanına (yani o zamanın Yahudî okullarına) verip onların kültürüyle yetişmesini isterlerdi. Böylece Yahûdîler arasında büyü­yen bazı ensâr çocukları Yahûdî olmuşlardı (Ebû Dâvûd, Cihâd: b. fî’l-esîr yukrahu ‘alâ’l-İslâm; Nesâ’î, İbn Ebî Hâtim ve İbn Hibbân da rivâyet etmişlerdir; İbn Kesîr, Tefsîr: 1/310; İbnu’l-Arabî, Ahkâm: 1/333; el-Bahru’l-muhît: 2/281). İşte Araplar, kendilerinden üstün gördükleri bu Kitâb ehlinden namaz ve zekâtı duymuş ve öğrenmişlerdir. Kaldı ki bu kadar dinî kültüre âşinâ bir toplum içinde hiç peygamberin gelmediği de kesin değildir. Mes‘ûdî, fetret döneminde Yemen’de, Hâlid ibn Sinân el-‘Absî adlı bir peygamberin çıktığını, Hz. Peygamber’in onun hakkında: “O peygam­ber idi. Kavmi onu zâyi etti” dediğini söyler (Murûcu’z-zeheb: 1/64, Beyrut, 1406-1986). Muhyi’d-dîn ibnu’l-‘Arabî de Fusûs’ta bu peygamber için bir bölüm ayırmıştır.

Ancak Araplar bu ibadetleri uygulamakla beraber yozlaştır­mışlar, şirke bulamışlar, ruhundan soyutlamışlar, eğlence, gelenek haline getirmişlerdi. İşte Hz. Muhammed(s.a.v.)in görevi, hiç olmayan bir din kurmak değil, şirke bulanmış olan dini, şirk kalıntılarından arındırıp as­lına döndürmekti.

 

 

(devamı yarın..)