HAL İLMİ (6)
Çarşamba, 13 Kasım 2013 00:00

 

 HAL İLMİ (6)

 

(...dünden devam)

 

Yalnız büyük oğlu Abdülkadir Efendi’yi hizmeti için kabul edip içeri almıştır. O sekiz yıl içinde ailesi ve çocukları ona hizmet için geldiklerinde dermiş ki: “Benim iki hizmetçim vardır; her biri bir yerden gelecektir. Her hizmetimi ancak onlar görecektir.”

Kuyu Olayının dokuzuncu yılında, artık uzlet ile halka karışma; sarhoşluk haliyle yalnızlık hali kendisi için eşit duruma gelip de sarhoşluk ve istiğrak (kendinden geçme) durumundan ayılınca bir tekke yaptırıp orada postnişîn olmuş; dostlarına ziyaret kapısını açmıştır.

Muhterem babam Osman Efendi ve bir hafta sonra da Sıhrânî Muhammed Efendi kendisini ziyarete geldiklerinde Şeyh Hazretleri onlara çok iltifat etmiş ve ikisini de müjdeleyip: “Allah tarafından bana verilen iki hizmetçi Molla Osman ile Molla Muhammed imiş!” deyince ikisi de şükür secdesine kapanmışlar ve ikisi beraber iki kardeş gibi o şefkatli babaya on yıl hizmet etmişlerdir. Şeyh Hazretleri bir hafta içinde vefat eden bu iki talebesinin cenaze namazlarını kıldırmıştır (Ma‘rifetnâme, s. 506-507).

“Kuyu olayından sonra melek karakterli hasûr (şehvet hissini kaybetmiş) olduğundan ailesiyle yatmazdı.” (Ma‘rifetnâme, s. 510) Yaptırdığı tekkede müritleriyle birlikte kalır ve ömrünü sohbet, ibadet ve zikirle geçirirdi.

İbrâhîm Hakkı, Şeyhin murakabesi altında babasıyla aynı odada kalırken olağanüstü şeyler yaşamış; güzel rüyalar görmüştür. Bunları Ma‘rifetnâmesinde anlatmaktadır. Gördüğü rüyalardan biri şöyledir:

“Rüyamda gördüm ki gökyüzünü dolduran beyaz serçeler halka hücum etmektedirler. Bana saldıranları babam savıyordu. Ancak bir serçe fırsat bulup sağ koltuğumun altına sokuldu. Sabahleyin babama bunu anlatınca eliyle yokladığı koltuğumun altında vebâ izi buldu. Benim vebaya yakalanmış olmamdan ötürü son derece üzüldü. Beş gün kendimden habersiz yatıp altıncı gün gözümü açınca babamın ağladığını, Şeyh Hazretlerinin de başımın ucunda olduğunu gördüm. Şeyh Hazretleri Hızır gibi imdadıma yetişmiş; elini kaldırıp bana duâ etmiştir. Hemen o anda vücuduma can geldi, bedenim ve kalbim şifa buldu. Ellerini mübarek yüzüne sürünce babamın yüzüne sevinçle bakarak onu müjdelemiş: “İbrâhîm'in işi bitmiş iken yüce Allah ihsân ederek onu yeniden diriltti.” demiştir (Ma‘rifetnâme, s. 517).

İbrâhîm Hakkı, Şeyhinin kerâmetlerini sayarken şu olayı da anlatır.

“Bir gün babam, ikindi namazını kıldıktan sonra benimle odamıza gelecekti. Tekkenin ocağında meşe odunu közü çok yığılmıştı. Şeyh Efendi, bu çırağına acıyıp babama:

– Molla İbrâhîm üşümesin, onun için odaya köz götür, dedi.

Onun emrine uymak için babam, ocağın önüne gidip abasının eteğini yaydı, iki elini ateşe daldırdı.

Şeyh onu görünce:

“– Demir tava ile götür!” diye işaret buyurdu.

Ocaktan elini ve eteğini çekip demir tava ile köz alan babamla hücrede yalnız kaldığımızda dedim ki:

– Senin elin ateşte yanmıyor mu ki öyle ateşe daldırdın?

Dedi ki:

– Benim bütün vücudum sen dünyaya gelmeden beş yıl önce soğuk ateşle yanıp yakılmıştır.

Dedim ki:

– İnşâallah o soğuk, babadan çocuğa geçip miras olur.

Bundan hoşlanan babam, avâmın vücudunu, ateş üzerinde boş kuru ağaç közüne; seçkinlerin vücudunu da su ile dolup donmuş köze benzetti. Sonra dedim ki:

– Peki niçin demir tava ile alman sana emredildi?

Dedi ki:

– Senin orada bulunduğunu görünce halkın yapamayacağı olağanüstü şeyleri göstermek kendini halka satmak sayıldığından ona göre böyle bir şeyi yapmak saygısızlıktır. O bize olağanüstü şeyleri gizlemeyi öğütlemiştir.”

(devamı yarın..)