MİSAL VERMEK, ALLAH’IN İŞİNE MÜDAHALE Mİ? (1)
Pazar, 20 Ekim 2013 00:00

MİSAL VERMEK, ALLAH’IN İŞİNE MÜDAHALE Mİ? (1)

Değerli Hocam; önce selâm eder, hürmetle elinizden öperim. Hocam, benim sorum şu: Bugün ''Lehul Misal'' diye bir kelime duydum. Anladığım kadarıyla, ''Misal vermek Allah'a aittir'' demekmiş. Hocam, bizler sohbetlerde, düşünürken ya da başka durumlarda çeşitli misaller, örnekler veriyoruz. Bu durumda hâşâ, Allah'a ait bir yetkiyi mi kullanmış oluyoruz? Bu konuda beni aydınlatırsanız çok memnun olurum. Saygılarımla...

Cevap: Allah Teâlâ Kur'ân'da bazı konuları misaller vererek anlatır. İki bahçe sahibi, yağdırdığı yağmurla dünyanın süslenmesi gibi. Bundan amaç, soyut olayları somutlaştırarak anlatmaktır. Bu, Kur'ân'ın bir anlatım üslûbudur. En güzel benzetmeleri, misalleri elbette Allah verir. Ama insanlar da bir konuyu örneklerle (misallerle) anlatır. Bu da hemen her dilin gereğidir. Lehul-misâl diye Kur'ân'da bir söylem yoktur. Arapça bu sözün anlamı, en güzel misali Allah verir, demektir. Bundan, Allah'tan başkaları misal veremez anlamı çıkmaz. Kim böyle şeyler ortaya çıkarıyor bilmiyorum ama bu tür düşünceler doğru değildir. Bu tür fetvalarla din yozlaştırılıyor, bozuluyor. Buna kimsenin hakkı yoktur.

Kur’ân-ı Kerîm’de misal ile ilgili âyetler şöyledir:

47- Biz onların, seni dinlerken ne sebeple dinlediklerini, kendi aralarında gizli konuşurlarken de o zâlimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz!" dediklerini gâyet iyi biliyoruz. 48- Bak, nasıl misaller verdiler (seni şâ'ire, büyücüye, kâhine ve mecnuna benzettiler) de şaştılar. Artık bir daha yolu bulamazlar. 49- Dediler ki: "Biz kemikler haline geldikten, ufalanıp toprak olduktan sonra mı sâhiden biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" (İsra: 47-49)

47-48 nci âyetlerde müşriklerin gizlice Peygamber'i dinledikleri, sonra da: "Siz büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz" dedikleri ve böylece şaştıkları, artık doğru yolu bulamayacakları anlatılmaktadır.

İbn İshak'ın açıklamasına göre Ebûsüfyân ibn Harb, Ebûcehl ibn Hişâm, Ahnes ibn Şarîk bir gece birbirinden habersiz, gizlice Peygamberin Kur'ân okumasını dinlemeğe giderler. Her biri bir yerde gizlenir, Peygamber'in okumasına kulak verirler. Şafak atıncaya kadar dinlerler, şafakla beraber evlerine dönerken yolda karşılaşırlar. Birbirlerini kınarlar:

— Böyle bir âdet çıkarmayınız, sonra aklı ermezlerinizden biri duyarsa onun içine kuşku düşürmüş olursunuz, derler.

İkinci gece yine herkes birbirinden habersiz eski yerine gider, şafak atıncaya kadar Kur'ân dinledikten sonra evine dönerken yolda karşılaşırlar ve önceki gibi birbirlerini kınarlar. Fakat üçüncü gece yine aynı şey olur. Yine şafakla beraber evlerine dönerken karşılaşırlar ve bu kez bir daha buraya gelmemek üzere and içerler.

O sabah Ahnes, değneğini alıp Ebûsüfyân'a gider:

— Ey Ebû Hanzala, Muhammed'den dinlediklerin hakkında düşünceni söyle, der. Ebusüfyân:

— Vallâhi ey Ebu Sa'lebe, der, ondan öyle şeyler işittim ki onların anlamını biliyor, ne demek istediğini anlıyorum. Öyle şeyler de işittim ki ne anlamını biliyorum, ne de ne demek istediğini anlıyorum.

Ahnes oradan Ebucehl'in evine gider:

— Ey Ebulhakem, Muhammed'den dinlediklerin hakkında düşüncen nedir, der. Ebucehil şöyle cevap verir:

— Muhammed'den dinlediklerim mi? Bak, biz Abdi Menaf oğullarıyla öteden beri şerefte rekabet edegeldik. Onlar yedirdiler, biz de yedirdik, onlar bineği olmayan hacılara binek temin ettiler, biz de öyle yaptık, onların verdiğini biz de verdik; onlarla daima yarış atları gibi diz dize berabere kaldık. Şimdi onlar: "Bizim aramızdan, kendisine gökten vahiy gelen bir peygamber çıktı" dediler. Biz buna ne zaman erişiriz? Vallâhi ona aslâ inanmaz ve onu asla kabul etmeyiz (İbn Hişâm, Sîretu'n-nebîy: 1/337-338; İbn Kesîr, Tefsîr: 3/42).

(devamı yarın..)