İNSANIN DEĞERİ VE DİNİN AMACI
Pazartesi, 07 Ekim 2013 00:00

İNSANIN DEĞERİ VE DİNİN AMACI

“28- Bir zaman Rabbin meleklere demişti ki: "Ben kupkuru çamurdan, değişken balçıktan bir insan yaratacağım!" 29- "Onu düzenle(yap insan şekline koydu)yum ve ona ruhumdan üflediğim zaman hemen ona secdeye kapanın!" 30- Meleklerin hepsi topluca secde ettiler. 31- Yalnız İblis, secde edenlerle beraber olmayı kabul etmedi.” (Hicr: 28-31)

Âyetlerde anlatıldığı üzere: Yüce Allah, meleklere, kokuşmuş çamurdan bir beşer, yani derili bir beden sahibi insan yaratacağını bildirmiş ve biçimlendirip kendi ruhundan üflediği insana secde etmelerini emretmiş; meleklerin hepsi ona secde etmişler, yalnız İblîs secde etmekten kaçınmıştır.

Üflenmek suretiyle insana verilmesi, ruhun rüzgâr gibi üflenen bir şey olduğunu gösterir. İnsan, kendisine üflenen Hak ruhuyla üstün zekâ ve düşünce kabiliyetine ulaşmıştır. Allah'ın bahşettiği düşünce yeteneği sayesinde melekler ona boyun eğmiştir.

Aklı ve düşüncesiyle insan, doğa güçlerini emri altına alabilmiş, kendisine hizmet ettirmiştir. Allah'ın ona üflediği ruh sayesinde de ruhânî melekler ona hizmet etmekte, onu birçok tehlikeden korumaktadırlar. "Onun önünden arkasından izleyicileri vardır, onu Allah'ın emrinden korurlar" (Ra’d Sûresi: 11 ) âyetinin bildirdiği üzre ruhânî melekler de insana hizmet etmekte, onu korumakta, hattâ günahlarının bağışlanması için Allah'tan mağfiret dilemektedirler. İnsanın gönül gözü açılsa, kendisini ne kadar ruhânînin koruduğunu görür ve Allah'ın ikramına şükreder.

Meleklerin hepsinin secde edip şeytanın etmemesinde de Allah'ın hikmeti vardır. İnsan akıl ile doğa güçlerine hâkim olur. Fakat insanın içinde ihtiras olmasa, çalışma isteği de olmaz. İşte şeytan insana ihtiras aşılar, dünyayı sevdirir: "Yeryüzünde onlara süsleyeceğim" meâlindeki âyette bu olguya işaret edilmektedir. Her insanda bu tutku olduğundan, biri diğerinden daha çok dünyâya sahibolmak için insanlar arasında mücadele, yarışma başlar. Bu yarışma, her insanı, kendini savunmaya, ötekinden üstün veya onunla aynı düzeyde olmaya iter. Bunun için çalışmak, çabalamak gerekir. Çalışma da, kalkınmaya, ilerlemeye yol açar.

Demek ki ihtiras, dünyâ tutkusu, ölçülü olursa yararlıdır; insanı melekten ayıran bu duygudur. Kalkınmanın, ilerlemenin sırrı olan bu duygu, ölçüyü aştığı takdirde zararlı olur. Bundan dolayı insan ihtirasının dizginlenmesi gerekir. Eğer dizginlenmezse, gittikçe büyüyen ihtiras kavgalara, savaşlara, kan dökmeğe, zulüm ve işkencelere sürükler. İşte dinlerin görevi, aslında yararlı olan bu duyguyu frenleyip dengelemektir.

Allah'ın buyruğuna uyan, ihtiraslarını frenleyen halis kulları şeytan azdıramaz; taşkınlıklara, kötülüklere götüremez. İşte Allah'ın doğru yolu, ihlâs sahibi olmak, taşkınlıktan kaçınmak, ölçülü davranmaktır. Bu da Tanrının sesini duyan, peygamberlerin yolunda giden yahut kendi içlerindeki iyilik duygularına uyanların yapacağı iştir. Doğru yol, aşırılıktan uzak, orta yoldur. İnsan ne melektir, ne şeytan. İnsan melek değildir, çünkü kendisine ihtiras aşılanmaktadır. Bununla dünyayı sever, mal mülk sahibi olmak ister. Bu ihtiras ona şeytandan gelir. Fakat insan şeytandan gelen ihtirası dengelemez, herşeyin yalnız kendisinin olmasını isterse kötülük kaynağı olup çıkar. İhtirası dizginleyecek olan dindir. Dinin amacı, insanın sivri taraflarını törpüleyip, insanları hep bir arada birlik ve dirlik içinde yaşatıp olgunlaştırmak, dünyâda da âhirette de mutlu etmektir.

Ölçülü davrananlar, dünyada mutlu oldukları gibi âhirette de cennete girme mutluluğuna ererler. Ama şeytanın emirlerine uyup taşkınlık yapanlar, ruhânî hayatta işledikleri suçun derecesine göre cehennemin bir derekesine girerler. Her suçlu, suçuna uygun bir cezaya çarptırılır. Cehennemin yedi kapısı, yedi bölümü vardır. Suçlular, suç derecelerine göre bu yedi bölümden birine sokulurlar.