CENNETE KİM GİRER ? (4)
Cuma, 20 Eylül 2013 00:00

CENNETE KİM GİRER ? (4)

(...dünden devam)

Demek ki Allah'a, âhirete inanıp sâlih amel yapan herkes İslâm dâiresi içindedir. Peygamber'in vazifesi Allah ile kul arasına girmek yahut insanları kendisine taptırmak değil, Allah'a kulluğa götürmektir. Allah'a îmân ve yalnız O'na kulluk gereğini duyurmakla, peygamberin görevi son bulur. "Sana düşen, sadece tebliğdir." Ne peygamber, ne de herhangi bir varlık, Allah ile kul arasına giremez ve Allah'tan başka tanrı gibi tapınılamaz.

Hâsılı Kur’ân-ı Kerîm, insanlığa sonsuz İlâhî rahmeti sunmuş, cenneti belli bir zümreye değil, Âdem'den Muhammed'e (hepsine selâm olsun) bütün peygamberlerin getirdiği İslâm'ın, yani tevhîd dininin ruhuna bağlı kalan ve tevhîd ahlâkını uygulayan her kula mutluluk, cennet va‘detmiştir. Ama insan egoizmi, toplumun düşüncelerini hadîs şekline döküp Kur'ân'ın açık ifadelerini hükümsüz bırakacak; Kur'ân: "Kitâp ehliyle, –haksızlık edenleri dışında– en güzel tarzda tartışın ve deyin ki: ‘Bize indirilene de size indirilene de inandık. Tanrımız ve tanrınız birdir, biz de O'na teslîm olanlarız’." deyip bütün tevhîd ehlini bu üç ortak noktada, yani Allah'a, âhirete îman ile sâlih amelde birleştirmek isterken; bu maksatla: "Ey Kitap ehli, bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: ‘Yalnız Allah’a tapalım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım; birbirimizi Allah’tan başka tanrılar edinmeyelim’..." (Âl-i İmran: 64) demesini Peygamber’e emrederken, taklitçi din adamları, Kur’â-n’ın, kendisinden önceki Kitapları neshettiğini iddiâ edip diğer din mensuplarını, müşrik, muvahhid ayırımı yapmadan cehenneme doldurmuşlardır.

Önceki Kitapları doğrulayıcı olarak indiğini vurgulayan Kur’ân, onları nasıl nesheder? Onları neshetmek için kendisinin onları doğrulamaması, onlara ters olması gerekir. Çünkü nesh, ancak zıt şeyler arasında olur.

Kur’ân, Hz. Peygamber'e, kendinden önce gelen peygamberlerin yoluna uymasını, onların izinde gitmesini emrederken; insanlar, hadîs şekline soktukları bâzı düşüncelerle önceki peygamberleri, Hz. peygamber'e Ümmet yapma çabası içine girmişlerdir.

Kur'ân prensiplerine ters düşen bu tür iddiâlar batıldır. Hem zaten İslâm âleminde cehalet, egoizm, dar düşünce o boyutlara varmış ki, türeyen gruplar, ekoller, başka din mensupları şöyle dursun, kendi cemâatlerinden olmayan Müslümanları kâfirlikle itham edip cehenneme sokmaktadırlar. Falan cemâat, kendi mensuplarından başkalarına cennet vizesi vermiyor; filân cemâat de fırka-i nâciye(kurtuluşa erecek fırkanın) sadece kendileri olduğunu söylü-yor. Falan kişinin yolunda olmayan hiç kimse, ne kadar ibâdet ederse etsin, cennete giremez, diyecek kadar işi çığırından çıkaranlar, dini yozlaştıranlar var. Eğer gerçekten cennet onların elinde olsaydı, altı milyar insan içinden, en büyük ihtimalle sadece yarım veya bir milyon insana yer verir, ötekilerin hepsini topluca cehenneme atarlar, onların sonsuzluk içinde ateşte cayır cayır yanmasından dört köşe olurlardı. Kur’ân, bu tekelci zihniyetin sahiplerine diyor ki: "Yoksa onların mülkten bir payı mı var? Öyle olsaydı insanlara bir çekirdek zerresi bile vermezlerdi."

Aslında bu tekelcilik, dar görüşlülük yeni de değildir. Bakın Gazâlî, kendi zamanı için ne diyor:

"Her fırka karşıtını kâfir sayıyor ve onu Peygamber’i yalanlamakla suçluyor. Hanbelî mezhebi mensubu, Eş‘arî mezhebi bağlısını, Allah’ın üstte oluşu ve Arşta oturuşu konusunda Peygamber’i yalanladığı sanısıyla tekfîr ediyor; Eş‘arîci de Allah’ı yaratıklara benzettiği ve "O’nun benzerinin asla olmadığı" hususunda Peygamber’i yalanladığı gerekçesiyle Hanbelîci’yi kâfirlikle damgalıyor. Eş‘arîci, Allah’ın görülebileceği, ilim, kudret gibi sıfatlarının olduğu hakkında Peygamber sözlerini yalandığı sanısıyla Mu‘tezileciyi kâfir sayarken, Mu‘tezileci de Allah’a sıfatlar vermekle kadîmleri çoğalttığı ve tevhîd ilkesinde Peygamber’i yalanladığı sanısıyla Eş‘arîleri kâfir yapıyor."

(devamı yarın..)