TASAVVUF NEDİR? (4)
Pazar, 15 Eylül 2013 00:00

TASAVVUF NEDİR? (4)

(...dünden devam)

 

MÜRŞİD ÖNÜNDE TEVBE VE İNÂBENİN DELÎLİ:

Tasavvufun ana konularından biri mürşid önünde tevbe etmek ve bu yolla ona intisab(bağlanmak)tır. Bu yöntem Kur’ân ve sünnete uygundur. Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler, Allah’tan, günah­larını bağışlamasını isteseler ve Elçi de onların bağışlanmasını dile­seydi, el­bette Allah’ı affe­dici, merha­metli bulurlardı.” (Nisa: 64)

Günah işlemiş olanların, gelip Hz. Peygamber’in önünde tevbe etmelerini ve Allah Elçisinin kendileri için mağfiret dilemesini istemelerini öğütleyen bu âyet, mürşid önünde tevbe etmenin ve inâbenin de delili sayılır. Çünkü Allah Elçisinin ahlakıyla ahlaklanmış, beşeri arzularını etkisiz hale getirmiş kâmil mürşid, Allah Elçisinin temsilcisidir. Onun önünde tevbe etmek, Allah Elçisinin önünde tevbe etmek demektir.

ERBAÎN ÇIKARMANIN KANITI

Tasavvufta uzlete çekilip çile (erbaîn) çıkarmak da yine Kur’ân ve sünnete dayanır. Hz. Peygamber’in, peygamberlikten önce Hira Mağarasına çekilip günlerce tefekkür ve tedebbürle meşgul olduğunu sözümüzün başında belirtmiştik. Ayrıca Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Mûsâ’nın da, Allah’ın emriyle 40 gün Tur’da uzlete çekildiğini bildirmektedir:

Mûsâ ile otuz gece (bana ibâdet et­mesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk ge­ceye tamamlandı…” (A’raf: 142)

SİYASÎ KARGAŞALARIN, TASAVVUFUN GELİŞMESİNE ETKİSİ

Hz. Osman döneminin ikinci yarısından itibaren siyasi mevkileri ele geçirmiş olanların haksızlıkları ve özellikle Emevi dönemindeki baskılar, halkın büyük çoğunluğunu huzursuz ediyordu.

Çeşitli bölgelerde iktidâra karşı ayaklanmaların, karışıklıkların bıktırdığı insanlar, ruhlarını sükûn ve huzura kavuşturacak barınaklara susamış idiler. Siyasî baskılardan ve çalkantılardan bunalan insanlar, kendilerini dünyadan çekmiş, âhirete yönelmiş zahid insanların çevresinde huzur bulup onların çevresinde kümelenmeye başladılar. Böylece mânevi fıkıh olan tasavvuf şekillenip sistemleşmeğe başladı. Ve zamanla zühdüyle bilinen kimselerin zikir ve duâ yöntemleri, onlara nisbet edilen tarikatların doğmasına neden oldu..

İşte Tasavvuf, Peygamber, sahabîleri ve Saadet asrını müteakip gelen zühd ve takva ehlinin hayat ve ibadet tarzlarından gelişerek sistemleşmiş, ardından da tasavvufun cemaat halinde uygulanışı olan tarikatler doğmuştur.

Peygamber’in yaşayış tarzına yönelten tasavvuf iyidir, güzeldir, insana dinin ruhani yönünü yaşatır. Ama tasavvufu çıkar aracı olarak kullanan, bilgisiz şeyh taslakları da yok değildir, öyle kişilerin bid’atlerinden ve bilerek veya bilmeyerek dine soktukları şirk izlerinden uzak durmak gerekir. Felsefeye karışmamış asıl tasavvufta hülûl (Allah'ın insana girmesi), yahut Vahdet-i Vücut (Varlık Birliği) düşüncesi yoktur. İlk mutasavvıflarda sadece Allah sevgisiyle kişinin kendinden geçmesi, Hakk’ın varlığında kendi varlığını kaybetmesi şeklinde özetlenebilecek olan fenâ fillah (Allah’ta yok olma) ve baka billah (Allah ile yaşama) hedef düşüncesi vardır. Bu konuda bilgi sahibi olmak isteyen "Cüneyd-i Bağdâdî ve Mektupları” adlı eserimi okuyabilir.

Tasavvuf geleneğinde mürşid olacak kişinin, her şeyden önce dini iyi bilmesi, neyin tevhide ve dine uygun olup neyin uygun olmadığını ayırdetmesi gerekir. Bayezîd-i Bistâmî’nin: “Bir insanın havada uçtuğunu, suda yürüdüğünü görseniz, onun hareketlerini Kitap ve Sünnete vurmadıkça kabul etmeyiniz!” sözü meşhurdur.

Nerede bir Hak dostu, ermiş varsa ondan istifade edilir. Her yolun uzmanı olduğu gibi manevi yaşamın, yani tasavvufun da uzmanları vardır. İşte onlar kâmil mürşidlerdir. Ahmet Yesevîler, Hacı Bektaşlar, Mevlânâlar, Yunuslar, İbrahim Hakkılar hep bu yolla yani tasavvuf ile olgunluğun zirvesine çıkmışlardır. Eğer birilerie bunları şirke bulaşmış görüyorsa biz bu insanların sevgi düşüncesini kendini beğenmişlerin kuru laflarına tercih ederiz. Onlar gibi Müslüman olmayı, kuru iddiacıların İslâm anlayışına yeğleriz. Bu noktada Niyazînin sözünü yadetmekte yarar var:

Mürşid gerektir bildire Hakkı sana hakka’l-yakîn

Mütrşidi olmayanların bildikleri güman imiş!

***