KERAMETİ, SULTANÎ ZİKRİ İNKÂR NASİPSİZLİKTİR
Çarşamba, 11 Eylül 2013 00:00

KERAMETİ, SULTANÎ ZİKRİ İNKÂR NASİPSİZLİKTİR

Hocam selamlar, günümüzde, tasavvufa düşman olan, tasavvufu tümüyle şirk olarak, Kur’ân ve sünnet dışı olarak gören bir grup türedi. Mesela Abdülaziz Bayındır tümüyle tasavvufa karşı savaş açmış durumda, hatta daha da ileri giderek Mevlana, Abdülkadir Geylani, Hallacı Mansur ve Yunus Emre gibi büyük tasavvuf düşünürlerinin şirke battıklarını açıkça belirtiyor. Ona göre tasavvuf büyüklerinin bazılarında görüldüğü söylenen tayy-i mekân, insilah-ı küllî, seyr-i sülûk; ya da vücudun her zerresinin “Allah” diye zikretmesi gibi olaylar da birer halüsinasyon ya da şeytan aldatmacası, Abdülaziz Bayındır'a göre bu gibi kişilerin akıl sağlığı bozuk ve doktora görünmeleri gerek. Siz bu zatın görüşleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Saygılar...

Cevap: Ben şahıslar üzerinde konuşmak istemem. Ama sultânî zikri ve kerameti inkâr, maneviyatı inkâr bencillikten kaynaklanır. Bazı nasipsizler böyle yapa yapa nefislerini putlaştırmaktadırlar. Onlar Hak dostlarına şirk nisbet etmekle asıl kendileri en büyük şirk olan nefse tapma şirkinin içine düşmektedirler. Sanıyorum onları dinlesen hep "Ben" merkezli konuştuklarını görürsün. Peygamberimizin bir hadisi vardır: "Senin en yaman düşmanın, iki böğrünün arasındaki nefsindir!" buyurmuş (Hadis için bkz. Maâricu’l-Kuds, Mukaddime: 1/15; Tüsterî, Tefsîr, Bakara ve Ahkaf sureleri: 1/27, 1/44) ve bencilliğin, kendini beğenmişliğin ne büyük bir günah olduğunu vurgulamıştır. Kur'ân: "Allah'a nidler (zıtlar, eşler) koşmayın" (Bakara: 25) buyurmaktadır. Sehl ibn Abdullah et-Tusterî gibi düşünür, tefsir sahibi bir müfessir mutasavvıf, âyeti: "En büyük put nefistir, nefsinizi Allah'a ortak koşmayınız" şeklinde tefsir etmiştir. Nitekim Kur'ân da: "Hevâsını (arzusunu, hevesini) tanrı edinen kimseyi gördün mü? Onun üstüne sen mi bekçi olacaksın?" (Furkan: 43) buyurmuştur. Keramet haktır. Şairin dediği gibi:

Kerâmât-i velî haktır muhakkak

Onu inkâr eder bir kavm-i ahmak

Peygamber’den çıkan olağanüstü şeylere mu’cize, Peygamber’e tabi salih insanlardan çıkan olağanüstü şeylere de keramet denilir. Ve kerametin varlığına dair Kur’ân’da örnekler mevcuttur.

Vücudun tüm hücrelerinin “Allah” demesine “Sultânî zikir” denilir. Zikir ruhu istîla edince bütün hücreler “Allah Allah” demeğe başlar. Bu husus tecrübe ile sabittir. Ama tatmayan bilmez. Hz. Peygamber’in elinde çakıl taşlarının tesbih ettiği en sağlam kaynaklarda nakledilmektedir. Bu da halüsinasyon mu? Bu hali halüsinasyon sayan ve bunu yaşayanları doktora gönderen kişinin önce kendisinin bir psikiyatra görünmesi gerekir. İmam Gazâlî gibi bir düşünür, bir büyük âlim her mesleki inceledikten sonra hakikati tasavvufta buluyor ve bütün filozoflar, ulema toplansa tasavvuf yolundan daha iyi bir yol bulamayacaklarını vurguluyor.

Ama kastımız beşeri varlığı Hakk'ın varlığında eritme, mahviyyet tasavvufudur. Yoksa tasavvufu çıkar sağlama, iktidar kurma vasıtası yapma, insanları kendisine taptırma akımları değildir.  

Dr. Ahmet Efe’nin gönderdiği “İslam ve modernite” yazısını okurlarımla paylaşmak istedim:

Sayın Akyol bu günkü yazınızda "kaç islamcı kalem, Muhammed Abduh, Cemalattin Afgani, Reşid Rızayı referarans yaparak modernleşmeyi savunur bilmiyorum" diyorsunuz. Birçok âlim bunu kitaplarında GANNUŞİ'den çok önce referarans yapıyorlardı. Birkaç isim zikredelim. Prof.Yaşar Nuri Öztürk, Prof. Süleyman Ateş, Prof. Hüseyin Atay, Prof. Bayraktar Bayraklı vs. hatta bunların kitaplarını da yıllar önce tercüme edenler bu profesörlerdi. Ama ülkede Kur'ân dışı dinciliğin temsilcileri ve klik dincileri bu âlimlere saldırdı, halen iftira ediyorlar. Sizler bir yazar olarak bizler vatandaş olarak bu âlimlere yeteri kadar sahip çıkamadık, dar görüşlü kesim avazı çıktığı kadar bağırdı. Acak birçogu o âlimlerin dediği yere geldi. Ercüment Özkan: “düzenin 163'ünden değil, esas müslümanın 163'ünden korkmalı” derdi, çok doğruymuş....