İŞARİ TEFSİR NEDİR? (2)
Cumartesi, 29 Haziran 2013 00:00

İŞARİ TEFSİR NEDİR? (2)

(...dünden devam)

Sehl'in bu sözü, ilk bakışta müfessirlerin âyetten anladığı ekl (yemek) manâsına aykırıdır. Gerçi menedilen yemektir ama, Sehl'in verdiği manânın da bir yönü vardır: Âyetteki nehiy (yasaklama), sırf yaklaşmağa yorulamaz. Yani yasak edilen yaklaşma değil, onun içinde bulunan yeme veya yemenin kaynaklandığı bir mânâdır. Bu da tedbir ve himmete dayanmadır. Şüphe yok ki bir yarar temini veya bir mefsedeti savmak için Allah'tan başkasına bağlanma yasak edilmiştir.

Bu tefsîrin bir de zahir tarafı vardır: Sehl, sanki şunu demek istiyor: Sırf yemek, fi'l olarak yasak edilmemiştir. Fakat asıl yemenin doğduğu şey olan Allah'tan başkasına güvenme, dayanma yasak edilmiştir. Çünkü kişi, Allah'ın yasak ettiğine son verirse, yalnız Allah'a güvenmiş olur. Fakat böyle yapmayıp ağaçtaki bir şeye itimad edince, şeytan onu o ağaç ile aldattı. Ağaçtaki şey, cennette ebedî kalmak davâsıydı. Bu yüzden Allah Âdem'e isyan izafe edip (yasağı çiğnediğini belirtip), sonra onu bağışladı. O, tevbeleri bağışlar (Şâtıbî, el-Muvafakat, 3/397-401).

3 – Sülemî'nin: “Evimi temizleyin” (Bakara Sûresi: 125) âyetin­den, kalbin temizlenmesi manâsını çıkarması da yerindedir. Gerçi maksud olan manâ Ka'be'nin temizlenmesi ise de ilâhî feyizlerin aktığı yer olması bakımından Kâbe’ye benzeyen kalbin temizlenmesi manâsı da âyetten çıkarılabilir. Kâbe kıblegâh olması, mü'minin kalbi de nazargâh-i ilâhî olması cihetinden birbirine benzerler. Hayal gücü, Kâbe'nin temizlenmesi fikrinden kalbin masivâdan (Hak’tan başka şeylerden) temizlenmesi düşüncesine sıçrar.

Kabul Şartlarını Haiz Olmayan Bazı İşari Tefsîrler:

Kabul şartlarını taşımayan sûfî tefsîrleri bulunduğu gibi aklı hayrette bırakacak derecede hayalî ve kabulüne imkân olmayan sûfî tefsîrleri de vardır. Maalesef bunların bir kısmı da dini hayatımızda derin mevki almış bulunan ilim adamlarına, hattâ bazı sahabîlere atfedilmiştir.

Meselâ İbni Abbas'tan şu tefsîr rivayet edilir: (ألم ) elif (أ) Allah, lâm (ل) Cibril, Mim (م ) Muhammed (s.a.v.)'dir... Allah kendi nefsi, Cibril ve Muhammed Aleyhisselâm üzerine yemîn etmiştir (Sehl, Tefsîru'l-Kur'âni'l-Azîm, s. 12).

Bu rivayetin İbni Abbas'a nispeti doğru olsa dahi kabulü güçtür. Çünkü bir harf ile kelimeyi işaret, Arap kelâmında alışılmış bir şey değildir. Lâfzî veya hâlî bir karinenin (delilin) bulunması durumu müstesna. Bu tefsîrin sıhhatini kanıtlayan açık bir delil de yoktur. Eğer olsaydı nakledilirdi. Bunun için bu âyetler, genel kabule göre müteşâbihler arasında kalmıştır.

Sülemî'nin: (ألم ) elif (أ) vahdâniyyet (وحدانيَّة) elifidir. Lâm (ل) lütuf (لطف) lâmıdır. Mîm (م) mülk (مُلْك) mîmidir. Manâsı: Onu kulluk boyunduruğundan çıkarır, en yüksek mevkie ulaştırırım ki o da mülkten hiçbir şeyle uğraşmayıp sırf mülkün mâlikiyle birleşmektir.” (Sülemî, Hakaiku't-Tefsîr, Bakara Sûresi) şeklindeki tefsîri de böyledir. Hele, sure başlarındaki harfler birleştirildiği zaman şöyle şöyle manâların çıkacağı, bu harflerin dünya ve âhiret hallerini, sırlarını içerdiği savları, anlaşılması çok daha güç olan yorumlardır.

Bazı mutasavvıflardan nakledilen şu tefsîrlerin kabulüne kat'iyyen imkân yoktur: “men zâllezî yeşfau indehû: men zelle züll’den gelir. Zî nefse işarettir. Yaşfu şifa’dandır. Ayın ise va'y kökünden emirdir. Yani kim nefsini tezlil eder (aşağılatır) boyun eğdirirse şifa bulur. Öğren! demektir.” (İtkan, 2/184)

Bazıları da Ankebut sûresinin 69 uncu âyetinin: “Va innel­lahe lemaa’l-muhsinîn” cümlesini şöyle tefsir etmiştir: lema’a mâzî fiil (geçmiş zaman kipi)dir. Işık verdi, aydınlattı anlamına gelir. El-muhsinîn ise fi’lin (yüklemin) tümlecidir. Yani Allah, iyilik edenleri aydınlattı, demek olur (Hadramî, Mebâdi'ut-Tefsîr, s. 9).

 ***