ORUÇ VE NAMAZ BORÇLARI *** SABIR-HOŞGÖRÜ VE MÜCADELE KONUSUNDA KUR’ÂN
Cumartesi, 30 Mart 2013 00:00

ORUÇ VE NAMAZ BORÇLARI

Sayın Hocam,1990 -2011 yılları arasında oruç ve namaz görevimi maalesef yerine getiremedim. Ancak geçen ay Umre vazifemi yerine getirirken geçmiş namaz ve oruç borçlarımın affı için Mescid’i Haram’da ve Mescid’i Nebevi’de Peygamberimize ve Yüce Allah’a yalvararak kaza namazları kıldım.

2011 yılından beri namaz ve orç görevimi yerine getirmekteyim. Geçmiş oruç ve namaz borçlarımı telafi için tövbeden başka ne yapmam gerekir?

Beni bu konuda aydınlatırsanız size duacı olurum.

Sevgi ve saygılarımla,

Cevap: Bile bile ve özürsüz olarak kılmadığınız namazlar ve tutmadığınız oruçlar için tevbeden başka yapılacak bir şey yoktur. Tevbe, yeniden eylemli İslâm'a girmek demektir. İslâm, daha önceki günahları siler. Samimi olarak tevbe ettinizse artık eskileri düşünmeyin. Uzun zaman elinizi yıkamadığınız durdumda bir gün bunun yanlış olduğunu anlar da elinizi yüzünüzü yıkamaya başlarsanız, eski yıkamamalarınız için ne yaparsınız? Onları yeniden yıkama imkânı var mı? Bundan böyle temizliğinize dikkat edersiniz. İşte dini görevler de böyledir. Yapılamayan görevler için yapılacak tek şey gönülden tevbe etmektir. Bundan böyle de muntazam görevlerinizi yerine getirmektir. Ama yolculuk, hazstalık gibi bir mazeret dolayısıyla tutamadığınız oruçları sonradan kaza edersiniz. Bu mazeretler için böyledir. Bile bile, mazeretsiz olarak tutmadığınız oruçların da, kılmadığınız namazların da kazası yoktur. Çünkü bu durumda kişi, sadece ismen müslümandır, eylemli olarak müslüman değildir. Kur'ân isim müslümanlığını değil, itaat müslümanlığını ister. Emirlere itaat eden kişi, gerçek müslümandır. Müslim, teslim olan, Tanrı buyruklarına teslim olup onları yerine getiren demektir. Kasten bu buyrukları yapmayan kimse, görünürde müslüman ise de gerçekte eylemli müslüman değildir. Bu durumdan tebe eden kimse aynen 45 50 yaşında gelip müslüman olan bir gayri müslimin durumundadır. Bu yaşta gelip müslüman olan kimseden geçmiş ibadetlerini kaza etmesi istenmez. Çünkü İslâm olmak, geçmiş hataları siler. İşte işin özü budur.

 


 

 

SABIR-HOŞGÖRÜ VE MÜCADELE KONUSUNDA KUR’ÂN

Sabır-hoşgörü ve mücadele konusunda Kur’ân’ın emri/değerlendirmesi hakkındaki bir soruya:

Cevap: Doğrusu bu soru, konuya göre değişir. Eğer haksızlık kamuya karşı işlenen ve mücadele edilmediği takdirde mefsedet (bozukluk) topluma iyice yayılacak biçimde ise ona karşı sabırdan çok sözlü, yazılı ve gerekirse fi'li müdahale gerekir. En etkili yöntem hangisi ise o uygulanır. Peygamberimiz: "Biriniz bir kötülük görünce onu eliyle değiştirsen, buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin, (yazı ile o kötülüğü eleştirsin, kamuoyunu uyandırsın). Buna da gücü yetmezse gönülden ikrah etsin, bu da imanın en zayıf derecesidir." buyurmuştur.

Ama yapılan kötülük kamuya değil de şahsın kendisine yönelik ise sabretmek daha ağırlıklı olarak tavsiye edilmektedir. Kur'ân şöyle buyurur:

"İyilikle kötülük bir olmaz. (Sen kötülüğü) En güzel olan şeyle sav. O zaman bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dosttur." (Fussilet: 34),

"Eğer azâb edecekseniz, size yapılan azâb kadar azâb edin. Ama sabrederseniz, andolsun ki o, sabredenler için daha iyidir" (Nahl: 126),

"Kötülüğü en güzel olan şeyle sav. Biz onların (seni) nasıl vasıflandıracaklarını biliyoruz. Ve de ki: 'Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden sana sığınırım.' Ve onların yanıma uğramalarından sana sığınırım Rabbim'." (Mü'minun: 96-98)

 

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş