REENKARNASYON HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜMÜZ (9)
Salı, 26 Mart 2013 00:00

REENKARNASYON HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜMÜZ (9)

(...dünden devam)

Bu konuda “Soru ve Cevaplarla İslâm” adlı eserimde bir soruyu yanıtlamak üzere yazdıklarımı buraya aktarmakta yarar görüyorum:

Diyalektikle muhataplarını kendi düşüncesine getirebilen Yunan filozofu Sokrat(İ.Ö. 469-399)a göre

Ruhun ebedîliği ve âhiret düşüncesi

Atina’da doğan Sokrat, sokakta yürüyerek, halk diliyle görüşlerini anlatırdı. Yazmak yerine konuşuyor yahut sorguluyordu. Gerçeğe ancak ortak çaba ile ulaşılacağına inandığı için konuyu tartışmaya açıyor, muhatabının düşüncesini, kurduğu mantık örgüsüyle kendi istediği yöne çeviriyor ve inandığını muhatabına kabul ettiriyordu. Safsataya karşı çıktı.

Etkileyici üslubuyla, düşünen birçok genç onun çevresinde toplanmıştı. Gençleri baştan çıkarmak, Atina sitesine yabancı tanrılar sokmakla suçlanan Sokrates, 11 kişinin yönettiği mahkeme önünde savunmasını yapmış; ölüme mahkûm edilmiş; bu cezayı sürgüne çevirme seçeneği varken Atina dışına çıkmak istemediği için sürgünü kabul etmemiş; idam hükmünü giydikten sonra bir ay kadar kaldığı hapishanede kendisini her gün ziyarete gelen sadık öğrencileri tarafından kaçırılma önerisini kabul etmemiş ve ruhun ölümsüzlüğüne, gerçek filozof olan temiz ruhların, yüce ruhlarla, meleklerle beraber büyük göllerin, ırmakların bulunduğu bahçelerde ebedi mutluluğa ereceğine inandığı için bir an önce o saâdet hayatına kavuşmak üzere ölümü gülerek kabul etmiş; son demine kadar öğrencilerine ruhun ölümsüzlüğünü ve ahiret hayatının mutluluğunu anlatmış, gün batarken sunulan zehri fütursuzca bir yudumda içerek huzur ile bu dünyadan ayrılmıştır.

Nietzsche’nin, salt bir akıl olarak gördüğü, Kant’ın “Bir akıl ideali” dediği Sokrates, Hegel tarafından bir insanlık kahramanı, felsefesini yazmak yerine yaşayan “gerçek bir filozof” olarak kabul etmiştir.

Öğrencilerinden Eflatun, hocası Sokrates’in, Mahkemedeki savunmasını ve mahkûmiyetinden idamına kadar olan süreçteki diyalektiğini kitaplaştırmıştır. Şule yayınları tarafından yayınlanan eser, cidden okunmaya değer. Biz bu eserden yararlanarak, Sokrates’in, ruhun ölümsüzlüğünü ispatlama ve ahiret hakkındaki düşüncelerini özetlemek istiyoruz:

Sokrates, arınmadan dünyadan giden ruhun öteki hayattaki mutluluk yurdunda kendisine yer bulamayacağını, arınan ruhların ise mutluluğa ereceğini söyler ve “hayatım boyunca onlar arasında kabiliyetime göre bir yer bulabilmek istedim. Doğru yolla mı, yanlış yolla mı istedim, bunu az sonra Tanrı izin verirse öteki dünyaya varınca öğreneceğiz…” der. (s. 123-124)

Öğrenci Kebes sordu: “İnsanlar ruhla ilgili konularda şüpheye eğilimli oldular. Onlar ruhun bedeni terk ettiği zaman, artık bir yerde olmayacağından, ölüm anında yok olacağından ve bedenden ayrılışından hemen sonra, uçunca dağılan ve gözden kaybolup yokluğa giden bir duman veya nefes gibi sona ereceğinden korkarlar.”

Sokrat cevapladı: “Benim aklıma, onların bu dünyayı terk ettikten sonra orada olduklarını ve ölümlerin tekrar doğup bu tarafa döndüklerini doğrulayan eski bir öğreti geldi. Şimdi, hayatın ölümden geldiği doğruysa, o zaman ruhların öteki dünyada var olmaları gerekir. Çünkü eğer değilse, tekrar nasıl doğmuş olabilirler? Ve eğer yaşamın, ölümden doğduğu düşüncesi zihinlerde yerleşirse o zaman kanıtlayıcı olur.

Şimdi tüm canlıları düşünürsek ruhun ölümsüzlüğünü ispat daha kolay olur. Her şey zıddından oluşmaz mı? Güzel ve çirkin, âdil ve zalim gibi şeyleri kastediyorum. Zıddı olan bir şeyin, başka şeyden değil de kendi zıddından gelmesi zorunlu mudur? Meselâ daha büyük bir şeyin daha küçük durumdan gelmesi gerekmez mi?...

Ve her şeyin, evrensel zıtlığın içinde, bir zıttan diğerine ve tekrar geriye gelen ve her zaman devam eden iki ara süreç yok mudur? Örneğin daha büyük, daha küçüğün bulunduğu yerde artma ve azalma ara süreçleri de vardır. Ancak böylece bir şeyin arttığı ve azaldığından söz edilebilir.

Aynı şekilde birbirinden olan ve birbirine geçişi kapsayan benzeri birçok süreç vardır. Çözülme ve birleşme, soğuma ve ısınma gibi. Bu, bütün zıtlar için geçerlidir.

“Uykunun, uyanık olmanın zıddı olduğu gibi, yaşamın da bir zıddı vardır değil mi?”, “Elbette vardır.”, “Nedir o?”, “Ölü olmak.”, “Bunlar (hayatla ölüm) eğer birbirlerinin zıddıysalar, birbirlerinden nasıl oluşmuşlardır? Ve iki ara süreçleri de var mıdır?”, “Tabii ki.”, “İki çiftin iki öğesi, uyuma ve uyanık olmadır. Uyuma durumu, uyanık olma durumuna zıttır ve uyanık olma uyumaktan, uyuma da uyanık olmaktan gelir. Geçiş süreci bir durumda uykuya dalma, diğerinde uyanmadır.”, “Gayet tabii.”, “Ölüm durumu, yaşamın zıddı değil mi? Yaşayanlardan ortaya çıkan nedir?”, “Ölü olan.”, “Peki ya ölü olandan?”, “Ancak yaşayan.” , “Öyleyse canlı şeyler, ‒kişiler olsun, eşya olsun‒, ölüden meydana gelir, Kebes. Ölüm olayı gözle görülür değil mi?”, “Şüphesiz.”, “Burada ölünün canlıdan geldiği gibi, canlının da ölüden geldiği sonucuna varırız.”

“Ben tekrar yaşama dönme diye bir şeyin var olduğundan eminim. Canlılar ölülerden filizlenir ve ölülerin ruhları var olmaya devam eder.” (s. 124-128)

(O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” (Mülk: 2) âyeti, hayatın ölümden doğduğunu gayet açıklıkla belirtmektedir. S. A.)

(devamı yarın..)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş