VAHDET-İ VÜCÛD VAR MI, KİTAP VE SÜNNETE UYAR MI? (1)
Cuma, 15 Mart 2013 00:00

VAHDET-İ VÜCÛD VAR MI, KİTAP VE SÜNNETE UYAR MI? (1)

Hocam var olan her şey aslında Allah’tır, onun dışında hiç bir şey mevcut değildir şeklinde bir tasavvuf düşüncesi var mıdır? Varsa bu tarz bir düşünce Kuran ve Sünnete uygun mudur?

Cevap: Vahdet-i Vücud düşüncesi İslâm'dan önce Hint Felsefesinde vardır. İlk muta­savvıflar felsefeye önem vermeyip tatbikata yoğunlaştıklarından bu düşüncede olmamışlardır. Hatta Hallac-ı Mansur'da bile böyle bir düşünce yoktur. Bunu sistemleştirip İslam Tasav­vufuna yerleştiren Muhyi'd-dîn İbnu'l-Arabî'dir. Şunu da belirtmek gerekir ki bu düşünce hemen bir çırpıda reddedilecek bir düşünce olmadığı gibi ibadetleri ortadan kaldırmaya yönelik bir eğilim de hiç değildir. Konuyu daha ayrıntılı olarak "İşarî Tefsîr Okulu" adlı eserimde okuyabilirsiniz. Konu hakkında biraz daha bilgi verelim:

Vahdet-i vücûd (varlık birliği) anlamına gelir. Bu düşünce İslâm’dan önce Hint felsefesinde vardır. İslâm’da bu düşüncenin mümessili Muhyi'd-dîn İbnu'l-Arabî'dir. Ondan önce de İslâm dünyasında bu fikrin temellerini bulmaktayız. Özellikle Gazâlî'nin eserlerinde bu fikre çok yaklaştığını görmekteyiz ama onlarda bu fikir açıkça ortaya atılıp sistemleştirilmemiştir. İleri sürülen görüşler, fena fillah sınırını zorlamakta ise de henüz o sınırı pek aşmamaktadır. İbnu'l-ʿArabî'dir ki bu düşünceyi görüşlerinin temeli yapmış ve bunu bütün İslâm tasavvufuna yaymıştır.

İbnu'l-Arabî'ye göre varlık, bir tek hakikatten ibarettir. Çeşitlenme ve çoğalma, dış duyuların meydana getirdiği zâhirî bir şeydir. Allah mutlak varlıktır. O'nun varlığının sebebi yoktur. O, kendi zatiyle vardır. O'nu bilmek, varlığını bilmektir. Zatının hakikatini bilmek mümkün değildir.

Allah ezelde vardı ve kendisiyle beraber hiçbir şey yoktu. Âlemi yaratmak isteyince kendinde mevcut ve her şeyin aslı olan; kadimle kadim, muhdesle muhdes sıfatını kazanan Küllî Hakikat'e, Allah'tan Hebâ denen bir hakikat tecellî etti (taştı, göründü). Bu, tıpkı yapılacak binanın, kâğıt üzerine plânını çizmeğe benzer. Sonra Yüce Allah, kendi nuruyla o hebâya tecellî etti (filozoflar buna küllî heyûlâ derler). Bütün âlem, bilkuvve (potansiyel olarak) bu hebâda var idi. Hebâda bulunan her şey, gelen bu tecellî nurunu kendi istidadına göre kabul etti. Bu nuru en çok alan da hebâda bulunan Hakikat-i Muhammediyye idi. Buna akıl da denir. Böylece ilk varlığa çıkan şey, akıl yani Hakikat-i Muhammediyye oldu. Bu suretle Allah'ın tecellîsinden hebâ ve hebânın tecellîsinden âlem meydana geldi.

İbnu'l-Arabî'ye göre a'yân-i sabite (ideler), yani Allah'ın bilgisi bakımından âlem, kadîmdir. "Yoktan zuhura gelmiş değildir. Yoktan zuhura gelmesi, zatında gizli olan varlıkların açığa çıkması itibariyledir. Âlem Allah’ın kendi zatında gizli, örtülü idi.İsim ve sıfatlarını açığa çıkarma iradesiyle âlemler göründü. Hiç yoktan değil, kendi zatından var olud. Zira ne yok var olur, ne de var yok olur. Zat denizinin inkılâbından (çalkanmasından) âlemler meydana gelmiştir." (İsmaʿīl aḳḳī, Lubbu'l-Lubb va Sirru's-Sirr, s. 12, İstanbul, 1328)

(devamı yarın..)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş