Azab kelimesinin anlamını ve Kur’ân’daki anlatımını açıklar mısınız (6)

İnsanların, kendilerinden çıkan güzel veya çirkin sözlerden etkilendikleri bilinmektedir. Bir şeyi anan onu sever. Ahlâkının iyi veya kötü olması, insanın hayalini etkiler. Bu kural, görülen ve düşünülen bütün varlıklar için geçerlidir. Bunları düşünen anlar ki Allah'ın, insanlar arasında adâleti tam icra edeceği bir Kıyâmet mutlaka olacaktır. İnsanlar dirilip Allah'ın adâlet mahkemesinde duracaklar ve Allah onlar arasında adâletini gösterecektir. Çünkü dünyada insan fiilleri hariç, her şeyde adâlet vardır. Sadece insan fiilleri, görünür bir tartı ile tartılmaktadır ki bu tartıda adâlet tam görülmüyor.

Öyle ise bunların da tam adâletle tartılacağı, bir zerresinin dahi kaybolmadan dengeleneceği başka bir tartı gerekir. Bakınız yüce Allah: "Gerçeği içeren Kitâbı ve ölçüyü indiren Allah'tır" buyurduktan sonra hemen mîzân (ölçü) ile âhiret arasında bir bağ kuruyor: "Ne bilirsin belki o sâat yakındır?" diyor. Müfessirler, âyetteki el-mîzân'ın, adâlet anlamına geldiğini söylerler (Câmi‘u'l-beyân: 25/20 ). Demek ki asıl adâlet âhirette meydana çıkacaktır. Yani burada, İlâhî adâletin ortaya çıkacağı sâatin yakın olduğu bildiriliyor. Elbette İlâhî adâletin tecellî edeceği bir zaman vardır. Burası bir imtihân yurdudur. Sonuçlar âhirette belli olacaktır.

Hiç Allah, suçlularla suçsuzları bir tutar mı? Yâhut mazlûmların hakkını zâlimlerde bırakır mı? Yâhut mü'minleri kâfirlere ezdirir mi? Burada ezilenler gerçekte sınav ile manen yükselmektedirler. Burada ezenler gerçekte kendi kendilerini ezici azap canavarının dişleri arasına atmaktadırlar: "Bizim sizi, boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin bize döndürülüp getirilmeyeceğinizi mi sandınız?" (Mü'minûn: 115), "Yoksa biz, inanıp iyi işler yapanları, yeryüzünde bozgunculuk yapanlar gibi mi tutacağız?

Yoksa korunanları, yoldan çıkanlar gibi mi tutacağız?" (Sâd: 28), "Yoksa kötülükleri işleyen kimseler, kendilerini, inanıp iyi ameller işleyenler gibi yapacağımızı mı sandılar? Yaşamları ve ölümleri onlarla bir olacak, öyle mi? Ne kötü hüküm veriyorlar?" (Câsiye: 21), "Tabii biz, müslü­manları, suçlular gibi yapar mıyız hiç? Neyiniz var, nasıl hüküm veriyorsunuz?'' (Kalem: 2/35-36)

“45– Allah onu, onların kurdukları tuzakların kötülüklerinden korudu ve Fir'avn âilesini, azabın en kötüsü kuşattı: 46– Ateş! Sabah akşam ona sunulurlar. Kıyamet koptuğu gün de: ‘Fir'avn ailesini azabın en çetinine sokun!’ (denilir).” (Mü’­min: 45–46)

Firavun ve adamlarının, yaptıkları kötülükler yüzünden Kıyamete kadar sabah akşam ateşe sunulmakta olduklarını bildiren bu âyet, ruhların ölmediğini, sadece bedenden ayrılıp bedensiz yaşadığını, dünya hayatı ile Kıyamet arasında kalan berzah hayatında ni‘met veya azap göreceğini kanıtlar. Çünkü Allah, âyette, suda boğularak helâk edilen Firavun ve âilesinin, sabah akşam âteşe sunulduklarını bildirmektedir. Âteşe sunulan beden değildir. Çünkü beden ölmüş, çürümüştür. Ateşe sunulan ruhtur. Ayrıca Allah, bu âyetin sonunda Kıyâmet gününde Firavun âilesinin en çetin ateşe sokulmasını emredeceğini bildirmektedir. Demek ki ateşe sunulmaları, Kıyâmet gününde ateşe girmelerinden farklıdır. Ateşe sunulan, Firavun'un ve adamlarının ruhlarıdır. Ruhlar ateş azabını hissederler. Sunulmaları, ateşi hissetmeleridir. Fakat henüz beden ile ateşe girmemişlerdir. Kıyamet gününde ruhlar bedenlere sokulunca Firavun ve adamları bedenli olarak ateşe sokulacaklardır. Berzah azâbı ruhsaldır.

Âlimlerin çoğunluğuna göre ruh beka (süreklilik) için yaratılmıştır. Ezelî değil, fakat ebedîdir. Ruh ölmez, ölen bedendir. Ruh bedenden ayrıldıktan sonra tekrar bedenine dönünceye kadar Allah'ın ni‘met veya azabında bulunur. Ruhun bedensiz hayatına berzah hayatı denilir.

Yüce Allah, Bakara Sûresinin 154’ncü âyetinde Allah yolunda öldürülenlerin diri olduklarını, Âl-i İmrân Sûresinin 169–171 nci âyet­lerinde de Allah yolunda öldürülenlerin, Rableri katında rızıklanmakta olduklarını, Allah'ın kereminden kendilerine verdiği ni‘metlere sevindiklerini, arkalarından henüz kendilerine yetişmeyenlere de korku ve üzüntüye uğramayacaklarının müjdelenmesini istedikleri, Allah'ın ni‘met ve keremiyle ve O’nun, mü'minlerin ecrini zayi etmeyeceğini görmekle sevindiklerini bildirmektedir.

Bu âyetler, ruhların diri olduğunu kanıtlar. Çünkü ölmüş bir şeyin rızık­lanması mümkün değildir. Ayrıca yüce Allah: "Her can ölümü tadacaktır" (Âl-i İmrân: 94/185) buyurmaktadır. Canın ölümü tatması için diri olması gerekir. Yani ruh, bedeninin ölüm ıstırabını duyacaktır.

Vâkıa Sûresinin 83–87’nci âyetlerinde boğaza dayanan canı, insanların tekrar geriye, yani bedene döndüremeyecekleri buyuruluyor. En‘âm Sûresinin 93’ncü âyetinde de meleklerin, can çekiştiren insanlara ellerini uzatıp: "Canlarınızı çıkar(ıp ver)iniz" dedikleri anlatıldığı gibi, bedenden ayrılan cana da yüce Allah: "Ey huzûra eren can, (Rabbini) râzı edici ve (O'nun tarafından) râzı edilmiş olarak Rabbine dön, kullarım arasına katıl, cennetime gir!" (Fecr: 10/27-30) diye hitâbetmektedir. Cânın bu hitâpları duyması için diri olması gerekir. Aksi takdirde hâşâ Allah yokluğa hitâbetmiş olur. Bütün Müslümanların, ölmüşlerin ruhlarına du‘â etmeleri, Kur’ân okumaları, sadaka vermeleri de ruhun yaşadığını gösterir.

Berzah Hayatı

Ruhun, bedenden ayrıldıktan sonraki hayâtına berzah hayâtı denilir. Berzah hayâtında ruh, beden içinde yapmış olduğu eylemlerine uygun bir durumda bulunur. Güzel işler yapmış olanlar cennet gibi; kötü işler yapmış olanlar da cehennem gibi bir hayât içinde olurlar. İyiler cennete girer, cennetin ırmakları kenarında dolaşır, meyvelerinden yerler, cennetten çıkar, dolaşırlar. Kabirlerinin çevresine de gelirler, âilelerini ziyaret ederler, diri olan dostlarının rüyâlarına girerler. Dünyada kötü işler yapmış olanlar da fiillerine uygun azarları tadarlar. Azapları ma‘­nevîdir, onlar bu azabı hissederler. Peygamber (s.a.v.) kabrin, ya cennet bahçelerinden bir bahçe veya cehennem çukurlarından bir çukur olduğunu söylemiştir (Tirmizî, Kıyâmet: 26). Başka bir hadîslerinde de: "Biriniz öldüğü zaman sabah, akşam ona oturacağı yer gösterilir. Eğer cennet halkından ise cennet halkındandır (orası cennettir), eğer cehennem halkından ise cehennem halkındandır (o makamı cehennemdir). Ona: ‘İşte Allah seni Kıyâmet günü tekrar diriltinceye (yani bedenlendirip kaldırıncaya) kadar oturacağın yer burasıdır' denilir'' (Tirmizî, Cenâiz: 7l ).

Bu konuda daha fazla bilgi almak için "İnsan ve İnsanüstü" adlı eserimize ve bunun daha genişi olan "el–İnsânu vemâ varâeh" adlı Arapça eserimize bakılmalıdır.

İşte Firavun ve âilesinin ruhları da berzahta amellerine uygun bir ateş azâbına sunulur. Bu zorba insanlar sadece kabirde ruhanî bir ateşe sunulmakla kalmazlar, Kıyâmette de bedenli olarak azâbın en çetinine sokulurlar. Allah bizleri böyle bir sonuçtan korusun! Ruhlarımızı peygamberlerin, sıddîklerin, şehîdlerin ve sâlihlerin ruhlarıyla beraber eylesin âmîn!

“6– İnkâr edenlere gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir; inanmazlar. 7– Allah, onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerine de perde inmiştir. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara: 6–7)

Bakara: 6-7. Hz. Muhammed’e hitaben, inkârcıları uyarsa da uyarmasa da onların inanmayacakları; Allah’ın, kalblerini, işitme ve görme duyularını mühürlediği o inatçı kâfirler için acı bir azap bulunduğu vurgulanmaktadır.

O inkârcıların tehdidedildikleri azap, hem dünyada hem de âhirette mi olacaktır? Bakara 114, Mâide 33 ve 41’nci âyetlerde inkârcılar için hem dünyada hem de âhirette azap bulunduğu anlatılır. Tâhâ Sûresinin 124’ncü âyetinde: "Kim beni anmaktan yüz çevirirse onun için dar bir geçim vardır. Kıyâmet günü de onu kör olarak (Yüce Dîvâna) getiririz." buyurulmaktadır. Bundan anlaşılıyor ki İslâm hidâyetinden yüz çevirenler dünyada darlık, sıkıntı, huzursuzluk içine düşerler; zengin olsalar da gönüllerinde huzur olmaz. Bugün maddeten kalkınmış birçok insanın ve milletin nasıl huzursuzluk içinde bocaladıkları; o toplumlarda huzuru, uyuşturucu maddelerde arayanların sayısının gittikçe arttığı, intihar olaylarının çoğaldığı bilinen bir gerçektir. İşte bunlar, Allah'a kul ve Ona teslim olmamanın, O'nun gönderdiği hidâyeti kabul etmemenin dünyadaki sonucudur. Bunun âhiretteki cezası da mâhiyetini yalnız Allah'ın bileceği büyük azaptır.

Bu âyetler, Allah'ın onları küfre zorladığını değil, fakat kibir ve gururlarının, kendi boyunlarına demir bir halka gibi geçip kendilerini vahîm bir duruma soktuğunu belirtmektedir.

Mücâhid, “Allah kalblerini ve kulaklarını mühürlemiştir... " âyetinde şöyle demiştir: "Kalbin damgalanması, günahlarla sarılmasıdır. Günâhlar kalbi her yandan sarınca kalb günâhla damgalanmış, kapanmış olur, artık ona hak girmez." Hz. Peygamber (s.a.v.) de şöyle buyurmuştur: "Mü'min günâh işlediği zaman kalbine siyah bir nokta çizilir. Eğer tevbe eder, özür dilerse kalbindeki o siyahlık kalkar. Günâh işlemeğe devam ederse siyahlık artar, nihayet bütün kalbi kaplar. İşte Allah'ın: ‘Hayır, onların işleyip kazandıkları şeyler, kalblerinin üstüne pas olmuştur!’ (Mutaffifîn: 86/14) âyetiyle bildirdiği pas, bu pastır” (İbn Mâce, Zühd: 29)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş