KUR’ÂNIN MAHLUK OLUP OLMADIĞI HK. (2) PDF 
Çarşamba, 23 Haziran 2021 00:00

KUR’ÂNIN MAHLUK OLUP OLMADIĞI HK. (2)

(...dünden devam)

İşte vahiy meleği de tıpkı bir sekreter gibi, İlâhî mânâları, peygamberlerin konuştuğu dil kalıplarına (Arapça, İbranca veya herhangi bir dilin kalıplarına) dökerek onlara verir. İlâhî mânâları söz kalıplarına dökmesi, onları Allah düzeyinden (yani Allah’tan) insanların kavrama düzeyine indirmesidir. Kur’ân, Allah’ın buyruğu ile indirildiği için Allah’ın fermanı, O’nun indirmesi, ama melek tarafından insan düzeyine indirildiği için de meleğin sözüdür. Yani bir bakımdan Kur’ân, Allah’ın kelâmı, fermânı, bir bakımdan da meleğin sözüdür. Kelâm, İlâhî düzeydeki fermanı, Hadîs ve kavl (söz) ise melek-insan düzeyindeki sözü temsîl eder. İlâhî soyut mânâları insan sözü kalıplarına döken melek elçi olduğundan, Kur’ân’ın, melek elçinin sözü olduğu belirtilir:

İmam Ebû Hanîfe’ye göre asıl Allah kelâmı olan Kur’ân, Allah’ın zâtından ayrılmaz sıfatı olan nefsî kelâm(Tanrısal düşünceler)dir.  Bunlar, söz kalıplarına dökülmemiş soyut mânâlardan ibârettir. İşte soyut Tanrısal kelâm anlamındaki Kur’ân, yaratılmamıştır; Allah’ın, zâtından ayrılmaz bir sıfatıdır. Ama önce hattatların kalemle sayfalara yazdığı ve sonra matbalarda kâğıtlara basılan söz kalıpları elbette mahluktur. Hattat yazmadan, matbada basılmadan var olmayıp hattatın yazmasıyla var olan şey sonradan yapılmış olan şeydir. Kur'ân kendisini hadis olarak nitelendirmektedir. Febi eyyi hadîsin ba'dehû yu'minun: Bundan sonra artık hangi hadise inanacaklar? Hadis, dil ile söylenen, sonradan olay şeydir. Yine Kur'ân kendisini kabul etmeyenlere: " فَليَأْتُوا بِحَدِيثٍ مِثْلِهِ إنْ كانُوا صَادِقِينَFel-ye'tû bihadîsin mislihî in kânû sâdikîn: Sözlerinde doğru iseler onun benzeri bir hadîs (söz) getirsinler!" (Tûr: 33-34)diyerek Kur'ân karşıtlarına ferman okumakta; insanlar ve cinler bir araya toplanmış olsalar dahi onun benzeri bir söz getiremeyecelerini vurgulamaktadır (İsra: 50/88). 

: 29 - (Ey Muhammed), Sen hatırlat, öğüt ver. Rabbinin ni'meti sayesinde sen ne kâhinsin, ne de mecnun. 30- Yoksa onlar (senin hakkında): "Bir şâ'irdir, zamanın felâketlerine çarpılmasını gözetliyoruz" mu diyorlar? 31- De ki: "Gözetleyin, ben de sizinle beraber gözetleyenlerdenim. (Bakalım hangimiz felâketlere çarpılacağız?)" 32- Akılları mı bunu kendilerine emrediyor, yoksa onlar azgın bir topluluk mudur? 33- Yoksa "Onu uydurdu" mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. 34- Doğru iseler haydi onun gibi bir söz getirsinler. 35- Yoksa kendileri, hiçbir şey olmadan (raslantı sonucu olarak) mı yaratıldılar? Yoksa yaratanlar kendileri midir? 36- Yoksa gökleri ve yeri mi yarattılar? Hayır, onlar düşünüp de inanmazlar. 37- Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mıdır? Yahut hâkim olan (her şeyi istedikleri gibi yöneten) kendileri midir? 38- Yoksa onların, (göğe çıkıp meleklerin sözlerini ve onlara vahyedileni) dinleyecekleri bir merdivenleri mi var? Öyleyse dinleyenleri, (meleklerin sözlerini dinlediklerine) açık bir delil getirsin. 39- Yoksa kızlar O'na, oğullar size mi? 40- Yoksa sen onlardan (vahiyleri duyurmana karşı) bir ücret istiyorsun da onlar, ağır bir borç yükü altında mı kalmışlardır? 41- Yoksa gayb (görülmeyen bilgi) kendilerinin ya­nındadır da kendileri mi (oradan istediklerini) yazıyorlar? 42- Yoksa bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Asıl tuzağa düşecek olanlar, o inkâr edenlerin kendileridir. 43- Yoksa onların Allah'tan başka bir tanrısı mı var? Allâh'ın şânı onların ortak koştuklarından yücedir. (Tûr: 52/29-43)

(devamı yarın..)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş