Sandalyede namaz ve Hıristiyanlara benzeme yalanı *** Kur’ân’ın hükümlerini uygulama sorunu

Sandalyede namaz ve Hıristiyanlara benzeme yalanı

Sayın hocam inşallah sıhhat ve afiyettesinizdir, hocam yaşlandıkça dertler çoğalıyor, birçok kişi gibi ben de diz ağrılarımdan şikâyetçiyim, oturarak namaz kılıyordum, bacaklarımı uzatmak zorundayım sanıyor­dum, uzatarak kılarken de bel ağrısı ve kramp giriyordu; ben de birçok arkadaş gibi sandalyede kılıyordum, ama hocamız kesinlikle bu namaz, namaz olmaz dedi, ille de oturmak zorundasın, dedi, ben de ısrarla ne­denini öğrenmek istedim, Peygamberimizin zamanında sandalye var mıydı dedim, ayrıca uçakta hayvanların üzerinde trende falan kılınıyor, da neden sandalyede olmuyor dedim, ille de secdeye yakın olmak gerekiyormuş, ayrıca Hıristiyanlara benzememek içinmiş.

Affınıza sığınarak söylüyorum, hocam benzemedik neremiz var ki, üstelik insanız tabii ki benzeyeceğiz, o zaman bunlar neden şapka, pantolon giyiyorlar ki, sanki benzemiyorlar mı, aklım almadı da bir de size yazayım dedim. Eğer vak­tiniz ve sağlığınız yerinde ise yazarsanız sevinirim, ayrıca ben artık oturarak, ayaklarımı uzatarak ya da bazen bükerek kılabiliyorum, ille de uzatmak zorunda değilmişim. Bu şekilde rahatım, ama camide birçok arkadaşım sandalyede kılmak zorundalar, size sağlık sıhhat dolu güzel günler dilerim, ahretin de güzel olması dileklerimle, saygılar. Hidayet Koçak

Cevap: Siz kimseye bakmayın. Nasıl rahat ediyorsanız, kalbiniz nasıl daha huzurlu oluyorsa işte o şekilde namaz kılmak efdaldir. Hıris­tiyanlara benzeme fobisi de koskoca bir yalandır, Kur'ân'a aykı­rıdır, Peygamberimizin uygulamasına aykırıdır. Kur'ân birkaç yerde bil­mediğiniz konuları zikir ehline yani eski kitap sahiplerine sorup öğrenin diyor. Peygamberimiz Medine'ye geldiğinde Yahudilerin Aşura günü oruç tuttuklarını görüyor.

Bunun sebebini soruyor da Yahudiler, bugün Allah'ın, Musa'yı Firavun'un zulmünden kurtardığı gündür, işte o olayın anısına bugün oruç tutarız diyorlar. Peygamberimiz de "Ben Musa'ya sizden daha yakınım" diyerek kendileri de o gün oruç tutuyorlar. İşte Aşura orucu böyle sünnet olmuştur.

Bu adamlar niçin bu kadar sığ düşünüyorlar? İbadeti kabul edecek olan onlar mı, yoksa Allah mı? Allah "Size dinde bir güçlük bırakmadı", “Allah size kolaylığı ister, güçlüğü, çetinliği istemez!" buyuruyor ama bunlar sanki Kur'ân'da Allah'ın bize güçlük istediğini okuyorlar. Yani Kur'ân'ın dediğinin tersini anlıyorlar. Peygamberimiz buyurmuşlar: "Beşşirû velâ tuneffirû, yessirû velâ tuassirû: Müjdeleyin, ürkütmeyin, kolaylaştırın, güçleştirmeyin!" Evet, böyle buyurmuşlar Peygamberimiz ama bu sığ düşünceli insanlar tam tersini anlıyorlar. Hiç onlara sorma, sen kalbine sor, kalbin ne di­yorsa işte din odur!

 

Kur’ân’ın hükümlerini uygulama sorunu

Merhaba hocam, size Kur’ân'ın siyasetle ilgisi ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Kur’ân: “Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler zalimlerin ta kendile­ri­dir. demektedir. Buradan ilk bakışta yönetimin Kur’ân esasına göre yapılması anlamı çıkmaktadır. Ben bu soruyu diyanete de sordum. İlmihalden kaynak gösterdiler ve şöyle yazıyor, (Kısaltılarak) Bu sebeple Kur’ân’da danışma, haksızlık yapmama, emaneti ehline verme, adaleti gerçekleştirme, ahlâkı ve kamu düzenini koruma, Allah’a ve Resulü’ne mutlak, diğer âmirlere –günah ve zulüm içermeyen emirlerde- itaat gibi esasen daha genel içerikli olmakla birlikte siyasal düşünce için de hareket noktası yapılabilecek birtakım ilkesel hükümler bulunmaktadır ve Kur’ân’ın siyasetle ilgisi bu seviyededir.

Ancak, Kur’ân’da siyasete ilişkin doğrudan ve dolaylı atıfların bu­lunmasından hareketle siyasetin dinin temel unsurlarından olduğu veya dinin doğrudan ilgi alanına girdiği şeklinde değerlendirilmesi doğru olmaz.

Bu cevap beni pek tatmin etmedi, sizin görüşünüzü de alabilir mi­yim? Bu ayet yönetim ve siyaset için değil de ne için söylenmiştir peki? Aklımı epey karıştıran bir sorun bu. Teşekkür­ler. Ö. Y.

Cevap: Biz siyasete girmek istemeyiz. Âyet­lerin an­lamını açıklarız, bireysel hükümlerini de elimizden gel­diğince uygu­larız. Ama Kur'ân'ın cezaya veya mirasa ilişkin hükümleri, esasen saf din olmaktan çok toplum düzeniyle il­gilidir. Toplum Kur'ân'ın bu hüküm­le­rini uygularsa ne ala, uygulayamazsa o zaman Kur'ân'ın genel ahlak ve siyaset çerçevesi içinde kalmak üzere yeni kanunlar çıkarır, onlarla dü­zeni sağlar.

Çünkü Kur'ân'ın bir âyetinde vahiy sözlerini işitip onların en güzeline yani kendilerince en uygun olanlarına uyanlar övülmektedir: "Müjdele şu kullarımı: ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar Allah’ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir ve onlar sağ­duyu sahipleridir." (Zümer: 17-18) Demek ki Kur'ân'ın amacı mota mot siyasi ve hukuki hükümlerinin uygulanmasından çok o hükümlerle suç­ların önlenmesini sağlamaktır.

Çünkü Kur'ân'ın siyasi ve hukuki hükümleri de tamamen orijinal değil, daha önceki toplumlarca veya daha önceki din­lerce geliştirilmiş, uygulanmış olan hükümlerdir. Ama toplum­lar değişiyor, insanlar bilgi çağına ulaştı. Hukuk sistemleri de­ğişiyor. Anlayışlar farklılaşıyor, top­lumu tarihin bir noktasında kilitleyip dondurmak mümkün değildir. Kur­'ân'ın amacı top­lu­mu dinen ve ahlaken en ileri, en huzurlu hale getir­mek­tir. Amaç mesela miras hükümlerinin aynen uygulanması değil, hakça paylaşımın ve adaletin sağlanmasıdır. Kişi isterse kendisine kalan mirası bir kardeşine veya kız kardeşine veya yeğenine gönül rızasıyla bağışlayıp hiç miras almaz. Böyle ya­pınca gü­nahkâr da olmaz. Şimdiki hu­kuk, kız ve erkek evladı mirasta eşit say­mıştır. Varisler kız er­kek buna razı olarak mirası bölüştürürlerse Allah katında sorumlu olmazlar.

Bu konuda daha derin cevapları önceki yazıla­rımda ve kitaplarımda bulabilirsiniz.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş