ÇOCUKLARLA AYRILMIŞ OLAN ANNE BABAYLA İNSANİ MÜNASEBETLERİ (11) |
Cumartesi, 16 Kasım 2019 00:00 | |||
ÇOCUKLARLA AYRILMIŞ OLAN ANNE BABAYLA İNSANİ MÜNASEBETLERİ (11)(...dünden devam) Tirmizî, bu hadîsin garîb, Hâkim sahîh olduğunu söylemiştir. Hâkim’in sahîh demesi önemli değildir. Bu hadîsin senedinde, muhaddislerin güvenmedikleri, Cûzecânî’nin yalancılıkla nitelendirdiği Abdullah b Şâkir’in bulunması yeter. Kaldı ki başka illetleri de vardır. Hadîsi İbn Hibbân da Abdullah b Ömer’den rivayet etmiştir ki onun senedinde de münker şeyler rivayet etmekte olan Abdullah b Ömer el-Ḫorâsânî vardır. Ayrıca bu hadîs, mîzân’ın iki kefesi ve bir dili olduğu hakkında yeterli bir delîl de değildir. Çünkü sözde isti‘âre olabilir. İnsanların anlaması için kelime-i şehâdetin, böyle bir benzetme ile anlatılmış olması mümkündür. Nitekim Hâfız İbn Hacer de, eylemlerin kendisinin tartılacağı yolundaki İbn Ömer görüşünü tercih ederek: “Doğrusu, eylemlerin kendisi tartılacaktır” demiş ve ahlâkın tartılacağı hakkındaki sahîh hadîsi delîl getirmiştir. Bu hadîs, sıhhat derecesi daha aşağı olan kart hadîsine aykırıdır. Kaldı ki bu kart hadîsinde bir tek kelime-i şehâdetin, içinde tek iyilik bulunmayan binlerce kilometre uzunluğundaki tomarlara yazılmış bulunan günâhlara ağır geleceği bildirilmektedir ki insanı, farzları ihmale, hattâ mutlak ibâhaya (hiçbir harâm ve yasak tanımayan düşünceye) götürür nitelikteki bu haber, âlimler arasında problem olmuştur. Çünkü bu, her insanın yaptığı zerre miktarı hayır veya şerrin karşılığını göreceğini bildiren âyetlere ve hadîslere aykırıdır. “Mürci’e buna dayanarak îmân ile beraber günâhın zarar vermeyeceğini söylemiştir. Cumhur da buna çeşitli cevaplar vermiştir. Ama herhalde bu konudaki görüşlerin en ma‘kulü, Tirmizî’nin işaret ettiği şu cevaptır: ‘İki şehâdet kelimesinin, sâhibinin kurtuluşuna sebep olması, iman ile ölmesinden ötürüdür. Sözgeliminden anlaşılıyor ki bu hadîste temsil edilen adam kâfir idi, inandı ve henüz salih bir eylem yapmağa fırsat bulamadan öldü. Bunun kurtulacağında ihtilâf yoktur’.”(Tefsîru’l-Menâr: 8/322-325) ***
|