ACILARIN EN BÜYÜĞÜ PDF 
Cuma, 02 Ağustos 2019 00:00

ACILARIN EN BÜYÜĞÜ

Sayın Hocam, geçtiğimiz günlerde bir yakınımız, trafik kazası geçirdi. Anne baba kurtuldu ancak 4 yaşlarındaki kızı 12 gün yaşam mücadelesi verdikten sonra hayatını kaybetti. Tek kızları olan aile tabii ki yıkıldı. Takdîr-i İlâhîdir, isyan etmek haddimize değildir. Şunu sormak is­tiyorum hocam, Yüce Rabbimiz hepimizi bir sınavdan geçirmektedir. Allah bir anne babaya evlat acısı vermiştir. Bu olayın da mutlak bir nedeni vardır. Bu konuyu siz nasıl değerlendirirsiniz? Rabbimiz bu acıyı hangi İlahî uyarı nedeniyle vermiştir? Saygıyla...

Cevap: Bakara: 92/153-157. âyetlerde, inananlara, sabır ve namazla yardım istemeleri, yani moral bulup ma'nen güçlenmeleri; Allah'ın sabredenlerle beraber olduğu vurgulanmaktadır. Şu hayat baştan başa sınavdan ibarettir.

Allah insanı çeşitli biçimlerde sınar. Kul için uygun sınav ne ise, kulun olgunlaşması için ne gerekiyorsa onunla sınar. Kur'ân şöyle buyurur: "Andolsun, sizi korku, açlık, mallar(ınız)dan canlar(ınız)dan ve ürünler(iniz)den eksiltmek gibi şeylerle deneriz; sabredenleri müjdele. Ki onlara bir belâ eriştiği zaman: ‘Biz Allah içiniz ve biz O'na döneceğiz,’ derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." (Bakara: 155-157)

Olaylar, sınavlar, çekilen acılar ruhun olgunlaşması için gereklidir. Ruh ıstırap çektikçe olgunlaşır, şairler büyük yapıtlarını acılı olayların ardından yazmışlardır. Demek acı, bir yandan acı verirken öbür yandan ruhu geliştirmekte, insana ilham kapılarını aralamaktadır.

Sabır, etkileyici, üzücü bir olay karşısında kendine ege-men olmak, kızgın davranışlara girmemek; dili şikâyetten, organ­ları yanlış hareketlerden korumaktır.

Hadislerde belirtildiğine göre insanın başına gelen üzücü olaylar, ya günahlarının bağışlanmasına, ya da manen derecesinin yükselmesine vesile olur. Onun için olaylara sabretmek lâzımdır.

Hz. Alî, çocuğu ölen birini taziye ederken demiş ki: "Kader üze­rinden geçti, sabredersen me'cûr olursun (sevâb alırsın). Eğer sızla­nır­san yine kader üzerinden geçmiştir (geri döndürmen mümkün değildir), üstelik günahkâr olursun."

Gerçekten sızlanma ve yakınma, musibeti artırmaktan başka bir sonuç vermez. Allah'ın kazasına sabretmeyenin musibeti ikiye katlanır. Bir mu­sibetin kendisi, bir de sızlanmada haddi aşarak günâha girmedir. Sızlanmak, yaka yırtmak, yüzünü dövmek, aşırı şikâyette bulunmak, tasa göstermek, normal kıyafetini değiştirip yas giysileri giymek ve benzeri şeyler, istek ile yapılan şeylerin sınırında bulunduğu için insanı sabır makamından çıkarır. Bundan dolayı böyle şeylerden kaçınmalı, normal hayât geleneğini sürdürmeli, ölen canın, aslında Allah'ın, kendisine verdiği bir emâneti olup, vakti gelince o canı geri aldığını düşünerek tesellî bulmalıdır.

Ariflerden biri cebinde bir kâğıt taşır ve her saat o kâğıdı çıkarıp bakarmış. Kâğıtta: "Rabbinin hükmüne sabret, sen bizim gözlerimizin önündesin!” (Tûr: 76/48) âyeti yazılı imiş.

İnsan dünyada ne kadar mutlu yaşasa yine de acılardan, ıstırap­lardan uzak olamaz. Çünkü dünyanın lezzeti yanında üzüntü ve kederi de vardır. Asıl elemsiz, üzüntüsüz, tasasız yaşam, o ruhsal yaşamdır.

Çocukların acı çekmesi, elbette onların günahının keffâreti olarak düşünülemez. Ama onların âhirette derece almasına vesile olur. İşlerin iç yüzünü de Allah bilir. Biz Allah'ın bütün esrarını bilecek durumda değiliz.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş