Teslis ve Tevhid hakkında bir soru (1)

Teslis ve Tevhid hakkında bir soru (1)

Hocam hayırlı akşamlar, geçenlerde internet'te Teslis ve Tevhid konusunu araştırırken www.incilturk.com sitesinde aşağıda alıntı yaptığım makaleyi okudum. Konu, ne uzman olmadan yorum yapılabilecek kadar basit, ne de yok yahu olmaz böyle bir şey deyip üzerine yatılacak gibi değil. Allah’a şükür, İslam dinine mensup ailede büyütüldüm ve gerçi Allah bilir ama iyi bir Müslüman olduğum inancındayım. Sizden ricam bu konuda bana bir uzman görüşü vermeniz.

Kur’ân’da geçen, birçok kişi tarafından bilinen bir ayetin konuya alınması uygun olur: Allah kıyamet gününde İsa’ya üç tanrı varlığını insanlığa söyledin mi diyor ve onu sorguya çekiyor; İsa da böyle bir şey yapmadığını söylüyor. Al-Ma’ide (Sure 5) 116’ıncı ayette sözü edilen üç tanrının Allah, İsa ve Meryem olduğu görülüyor. Aynı konuya ilişkin Al-Ma’ide’nin 73. ayetine de bakınız.

Teslis inancı Baba, Oğul, Kutsal Ruh’la ilgilidir. Acaba nasıl oluyor da Meryem üçte tek, tekte üç Tanrı’nın apayrı bir açıklanışı durumunda konuya giriyor? Hıristiyan inancının hiçbir dönemde bu türden bir sava ve kurama bağlı olduğu duyulmamıştır. Bu kuramı Müslüman bireyin yadsıyışından daha da kesin yadsıyışla Teslis inanlısı yadsır, üçte tek tekte üç Tanrı inancında Meryem’e hiçbir yer tanınmaz. Demek ki, Kur’ân’da dikkati çeken tarihsel-tanrıbilimsel gerçeklerle çelişkili bir görüş belirmekte. Bu dönümde gerçeğin nesnel araştırıcısı olma gereği karşımıza dikiliyor, gerçek hiç kimseye kaçamak yolu bırakmıyor. İslam dininin peygamberi bu temelsiz bilgiyi nereden almış olabilir? Nesnel tarih belgelerine eğilen bunun yanıtını bulmakta hiçbir güçlük çekmez.

İslâm’ın gelişinden önce –5’inci yüzyılda– Zühal’e (Afrodit, Venüs, Çoban Yıldızı) tapınan onu göklerin kraliçesi sayan ve bundan şaşmayan yabansı bir tarikat giderayak Hıristiyan inancına kaydı; ama Tanrı Sözü’nü incelemeden, onu hiç araştırmadan. Puta tapınan bu insanlar Zühal’e tapınmayı bırakmak istemediğinden ona Meryem adını takarak işin kolay çözümüne gitti. Zühal’in adı Meryem oldu. Bu şaşkın tarikat o dönemin Hıristiyanları tarafından hemen kınandı ve yargılandı, gerçek inançla ilgisi olmayan edimci (heretik) bir icat olduğu belirlendi. Ama tarikat yanlıları Meryem’e göklerin tanrıçası ve kraliçesi niteliğinde tapınmayı sürdürdü. Böylece Zühal’in tahtına Meryem oturtuldu. Tarikat Meryem’e öylesi aşırı önem verdi ki, onun önemi Tanrı’nınkinden Mesih’inkinden öne geçti. Bu tarikatın yanlıları Meryemistler adını aldı. Öğretide, uygulamada Meryem başta olmak üzere üç tanrı üstelemesi benimsendi.

İslam peygamberi ticaret uğraşlarında Arap yarımadasından Şam’a Halep’e gidip gelirken tarikatın insanlarıyla tanıştı; onların inancını görüşünü dinledi, fikir edindi. İşin acıklı yönü Meryemistler’i Hıristiyanlar’la eşit tuttu, ümmü-i-sadık olduğundan İsa Mesih’i bu tarikatten saydı; böyle bir görüş de Kur’ân’a aktarıldı. İslam’ın peygamberi Teslis’te belirtilen görkemli üç kişiliği anlayamadığından yanlış yorumlara kaydı. İslamlığın yayılmasından sonra Meryemistler İslamlığı benimsedi, tarikat eridi. Ama bozuk öğretinin kökü kazınamadı, hatta İslam’ı aşırı Meryem ana bağlılığında iyice etkiledi.

Müslüman birey nesnel tarihe eğilmeyi yeğlerse sorunların derinine gidebilir, kuşkuları dağılır, edimci (heretik) öğretilerin nereden kaynaklandığı öğrenilir. Herhangi bir inancın nesnelliğe tümden bağlı kalamaması içinden çıkılamayan düğümlü saplantılara zemin oluşturur, yanlış bilgi akıntılarında bireylere boşuna kürek çektirtir. Saygılarımla

Cevap: Bu yazıyı yazmış olan adam, açıkça cahildir, Kur'ân'ı bilmiyor. Kur'ân teslisin (üçlemenin) elemanlarını açıklamaz. Sadece "Allah üçtür" diyenlerin, yahut "Allah, Meryem oğlu Mesih'tir" diyenlerin kâfir olduğunu vurgular. Ama bütün Hıristiyanların bu inançta olmadığını da belirtir. Bu konuda ayrıntı için isterseniz Kur'ân Ansiklopedisi adlı eserimde teslis ve İsa maddelerini okuyun. İsterseniz Özet Tefsirimde Nisa Suresinin 171. âyetinin açıklamasını okuyun. Belki buna vaktiniz olmaz diye ben Özet Tefsirden bir parça alıntı aktarayım size:

171’nci âyette İsâ'nın, Meryem'e atılan ilâhî bir kelime olduğu bildirilmektedir. Âli İmrân Sûresinin 45’nci âyetinde de benzeri bir ifade vardır: "Melekler demişti ki: Ey Meryem, Allah, seni, kendisinden bir kelime ile müjdeliyor. Adı, Meryem oğlu İsâ Mesîh'tir..." Her iki âyette de İsâ'­dan ''Kelime" diye söz edilmesi, O'nun, "Kun: Ol" emrinin veya Meryem'e, babasız çocuk doğuracağı hakkında verilen müjdenin bir eseri olduğunu belirtmek içindir

Yine bu âyette İsâ için "Kendinden bir ruh ", Enbiyâ Sûresi 91’nci âyette de "Meryem'e de kendi ruhumuzdan üfledik.. " denilmektedir. Bir erkek olmadan, sırf melek vasıtasıyla üflenen ruhtan oluştuğu için İsâ'ya "Allah'tan bir ruh" veya "Ruhumuzdan" denmiştir. "Bizim ruhumuzdan'', "O'n­dan bir ruh" demek, Allah'ın emrinden, yaratıklar âleminden bir ruh demektir. Allah'ın ruhu, Allah'ın kendisi demek değildir. Nasıl Ardullâh (Allah'ın arzı), Allah'ın yarattığı yer anlamında ise rûhullâh (Allah'ın rûhu) da Allah'ın yarattığı ruh anlamındadır.

Ayrıca bazı şeylerin Allah'a izâfe edilmesi, onların Allah yanındaki değer ve itibarını belirtir. Beytullâh, nâkatullâh (Allah'ın Evi, Allah'ın devesi) sözleri, Kâ'be ile, Sâlih devesinin, Allah katındaki değerini belirtir. 'Ahdullah (Allah'ın ahdi)de, ahdin önemini ifade eder.

İşte Hz. İsâ, Allah'ın yarattığı ruhtan, tohum aracılığı olmadan, sırf meleğin üflemesiyle anne rahminde teşekkül ettiği için ona "Allah'tan bir ruh " denmiştir. Gerçi bütün insanların ruhları, anne rahminde oluşmaya başlayan cenîne, melek tarafından üflenir, yani organları beliren cenîne insanî bilinç verilir. Fakat İsâ'daki özellik, babanın tohumu aracı olmadan, doğrudan soyut ruh olarak anne rahmine üflenmiş olmasıdır. Meleğin üflemesi, erkek tohumu yerine geçerek yumurtayı aşılamıştır.

“(Allah) "Üçtür" demeyin. Kendi yararınıza olarak buna son verin. Çünkü Allah, yalnız bir tek tanrıdır. Hâşâ O, çocuk sâhibi olmaktan yücedir.”

Âlûsî, Hıristiyan kaynaklarından yararlanarak teslîs inancını özet­lemiştir. Oradan aktarıyoruz:

“Hıristiyanlar diyorlar ki: Baba, üç elemanın birincisi; Oğul ezeliyette ondan, kendisine eşit biçimde çıkmış ikincisi; Rûhu'l-Kudüs de aynı şekilde ondan çıkmış üçüncüsüdür. Tanrılığın doğası birdir: O da bu doğa ile birleşmiş olan üç elemandan her birinin ayrı ayrı cevherler olmasıdır. Baba oğul değil, oğul baba değil, Rûhu’l-Kudüs de baba ve oğul değil, o ikisi de Rûhu'l-Kudüs değildir. Bununla beraber bunlar bir tek Tanrıdır. Çünkü hepsinin tek doğası vardır. Aralarında ayrılık varsa da her biri lâhût ile birleşmiştir. Birinci eleman, varlığı gerekli olan cevherdir. İkincisi ilim de denilen akıl cevheridir. Üçüncüsü sevgi de denilen irâde cevheridir. Demek ki Allah, birbirinden gerçek olarak ayrı olan üç esastır. Bu cevherler, birbirine izâfe edilerek Allah'a bir tek tabiat cevheri de denilir. Allah’ta, Kendisinden başka bir şey yoktur. O’nda bulunan her şey, Zâtının aynıdır.

Allah'ta dört türlü izâfet vardır: Birincisi, birinci elemandaki düşündürme fâiliyyeti; ikincisi, babanın aklının sûreti olan ikinci elemandaki düşünce mef‘ûliyeti; üçüncüsü irâdesi olan birinci ve ikinci elemanlardaki inbisâk (taşma, yayılma) fâ‘iliyeti; dördüncüsü de birinci ve ikinci elemanlardaki tanrısal irâdenin sevgisinden ibâret olan üçüncü elemandaki mef‘ûliyet inbisâkı(yayılması)dır. Onlara göre tanrısal elemanlardaki fâ‘iliyet ve mef‘ûliyet deyimleri, genişleme anlamına gelir. Babadaki oğula doğru olan fâ‘iliyyet, babalıktan başka bir şey değildir (bu akıma babalık denir). Baba ve oğuldaki Rûhu'l-Kudüs'e doğru fâ‘iliyyet, Rûhu'l-Kudüs'ün, bu ikisinden çıkmasıdır. Oğulda ve Rûhu'l-Kudüs'teki mef‘ûliyet, oğulda oğulluk, Rûhu'l-Kudüs'te inbisâk'tır. Onlara göre bunlar, insanın kavrama gücünün üstündedir, bunlara inanmak gerekir. Yine onlara göre bu elemanların, havârilerden alınmış adları vardır. Tanrısal doğadaki birinci eleman Baba; ikincisi Oğul, Kelime, Hikmet, Nûr, Ziyâ, Şu‘â'; üçüncüsü Rûhu’l-Kudüs ve Muğrî'(Tesellici)dir ki bu Kelime, Yunanca Faraklit sözünün karşılığıdır.

Birinci eleman kaynak ve başlangıç durumundadır. Fâiline benzemeyi gerektiren bir işlevle -ki düşünce işlevidir- kendisinden çıkan ikinci elemana, kendi doğasını ve cevherini tamamen vermiştir, böylece ikinci eleman, tanrısal cevher olan birinci elemana tam eşit olmuştur. Do­ğurmanın anlamı, bir diriden, bir âlet ve mebde' ile, kendi doğasına benzer bir dirinin çıkması demek olduğundan burada da gerçek bir doğum vardır. Çünkü birincisinin tanrısal doğası aynen ikincisinde de vardır. Bundan dolayı birincisine Baba, ikincisine Oğul denmesi garip değildir. İkincisine aynı zamanda Kelime de denir. Çünkü burada doğurma, hayvanların ve bitkilerin doğurması gibi değil, aklî bir işlevden ibârettir. Yani bu doğurma, Babanın, kendi lâhûtunu (tanrılığını) düşünüp zâtını anlamasıdır ki bu da Kelime demektir. Çünkü aklın ve konuşmanın kav­ramıdır. Kezâ Babanın, hikmetten ibâret olan tanrısal aklının işleviyle meydana gelen ikinci elemana Hikmet de denir. Yine buna Nûr, Şu‘â' (ışın) ve Ziyâ (ışık) da denir. Üçüncü unsur ise Babaya ve Oğula âidolan irâde'nin, sevgilisine doğru coşku ve sevgi işleviyle onlardan taşan tek irâde ile meydana gelmesidir. Bundan dolayı üçüncü elemana, "Kudsal Rûh" denmiştir. (devamı yarın...)

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş