Kur’ân hakkında kuşku uyandırmak isteyenler var

Kur’ân hakkında kuşku uyandırmak isteyenler var

Bazı arkadaşlar Kur’ân-ı Kerimde aşırı çelişkiler var diyor. Mesela (Kur’ân) dünyanın düz olduğunu söylüyor diyor. Ben 5 vakit namazımı kılmaya çalışan biriyim ama bunlar benim aklımı karıştırıyor ben işin ehli olarak size sormak istiyorum bunun nedeni nedir? Bu beni kuşkuya düşürüyor.

Cevap: O bazı arkadaşlarınıza cevap verebilmek için okumak gerekir. Kur'ân-ı Kerim'de dünyanın düz olduğuna değil, tersine yuvarlak olduğuna işaret edilir. Bunun için "İslâm'a İtirazlar Kur’ân-ı Kerim'den Cevaplar" adlı kitabımı veya Kur'ân Ansiklopedisinde "İ'câz-ı Kur'ân" maddesini okuyun. Ansiklopediden işaret ettiğim maddenin bir kısmını özetleyerek size gönderiyorum. Umarım arkadaşlarınız eğer iyi niyetli iseler bu yazı, hidayete gelmelerine yardımcı olur. Ama küfürde kararlı olana kimse yardım edemez.

Dünyanın Yuvarlaklığı

Âyette Allah’ın, yeri biçimlendirmesi, “دَحَاهَا: dahvetti” şeklinde belirtilmiştir. Bir şeyi bir yerden bir yere götürmek anlamına gelen dahv (دحو) ve dahy ( دحي) köklerinde bir yuvarlaklık anlamı vardır. Çocukların topu, yerde eşilen bir çukura düşürmelerine dahv denir. Deve kuşunun yuva yapmasına, yatacağı yerdeki taşları temizlemesine idhâ (ادحاء) dendiği gibi, yumurtladığı yere ve yumurtasına da udhiyy (أدحي) denir. Dahv: Taş atıp bir çukura düşürme yarışıdır. Ceviz oynamaya da dahv denir. Hz. Peygamberin iki torunu Hasan'la Hüseyin bu oyunu oynarlardı. Bir çukur eşerler, yuvarlak taşlar atıp o çukura düşürmeğe çalışırlardı. Taşı çukura düşüren kazanır, düşüremeyen kaybederdi. İşte dahv, taş, ceviz ve sâireyi o çukura düşürme oyunudur. Medâhiyy ( مداحى), yufka biçiminde yuvarlak taşlardır (Lisânu'l-Arab: 1/954).

Görüldüğü üzere Kur’ân yerin biçimlendirilmesini temel anlamında yuvarlaklık, küresellik bulunan bir sözcükle anlatmaktadır. O halde "Va'l-arda ba'da zâlike dahâhâ" âyeti, "ardından arzı yusyuvarlak yaydı, düzenledi" şeklinde anlaşılmalıdır. Arzın küreselliğini ifade eden âyet yalnız bundan ibaret değildir. Birkaç yerde bu hususa işâret edilmiştir:

" (Allah,) Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine dolar, gündüzü de gecenin üzerine dolar. Güneşi ve Ayı buyruğu altına almıştır. Her biri, belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki O, azîzdir, çok bağışlayandır!" (Zümer: 5) âyeti de dünyanın yuvarlak olduğunu açıkça ifade ediyor. Tekvîr, küre şeklinde sarmaktır. Gecenin gündüze, gündüzün geceye sarılması ancak küre şeklinde olur. Bilindiği gibi yeryuvarlağı, güneşin karşısında dönmektedir. Güneşe karşı olan yüzü gündüz, karşı olmayan yüzü gecedir. Sağdan sola doğru dönerken dünya, yüzünü güneşten öteye çevirmektedir. Arka taraftaki gece, güneşten öteye dönmüş olan bu yüze sarılıp burayı gece yapmaktadır. Gece tarafında kalan yüzü de bir yandan güneşe doğru dönerken gündüz, o yüzün yani gecenin üzerine sarılmaktadır. Böylece bir yandan gece, gündüzün; öte yandan gündüz, gecenin üzerine sarılmakta ve âyetin belirttiği sarılma olayı sürüp gitmektedir. Bu, küreden başka bir şekilde olamaz.

Peki (o) ülkelerin halkı, geceleyin uyurlarken azabımızın kendilerine gelmeyeceğinden emin midirler? Ya da (o) ülkelerin halkı, kuşluk vakti eğlenirlerken azabımızın onlara gelmeyeceğinden emin midirler?" (A‘râf: 39/97-98)

" ... Birden buyruğumuz arza gece veya gündüz gelir; sanki dünya, dün hiç (bitkisiyle süslenip) şenlenmemiş gibi, onu biçilmiş yaparız... (Yûnus: 51/24)

Bu âyetlerin ifadesine göre Allah'ın baskını yani Kıyamet veya azap geldiği zaman dünyada hem gece ve hem de gündüz olacaktır. Beri taraftan Zuhruf Sûresi'nin 66’ncı âyeti, Kıyametinin ansızın geleceğini söylemektedir: “Onlar, hiç bilmedikleri bir zamanda anîden Kıyametinin gelmesini mi gözetliyorlar?” Şimdi düşünelim: Kıyamet anîden geleceğine ve Kıyamet geldiği zaman hem gece ve hem gündüz mevcut olacağına göre demek ki gece gündüz her an mevcuttur. Kıyamet geldiği zaman dünyanın bir tarafında gündüz, öbür tarafında gece olacaktır. Bu, küre şeklinden başka şekilde mümkün değildir. İşte dünyanın yuvarlaklığı bu ve benzeri âyetlerin işâretlerinden de anlaşılmaktadır.

Dünyanın, Ekseni Etrafında Dönmesi:

Neml Sûresinin 88’nci âyeti, dağların bulutlar gibi yürüdüğünü söylüyor:

Görüp de donuk sandığın dağlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedir. (Bu,) Her şeyi gayet iyi yapan Allah'ın yapısıdır. O, yaptıklarınızı haber almaktadır." (Neml: 48/88)

Neml Suresinin 88. âyetinde: "Görüp de donuk sandığın dağlar, bulutun yürümesi gibi yürümektedir” söyleminden, dağların hareketsiz görünmesinin, aslında gerçek değil, yanlış bir sanıdan ibaret olduğu anlaşılır. Dağların hareketsiz görülmesi, yanlış bir zan, bir algılama hatâsı ise o halde donuk, hareketsiz gibi görünen dağlar, gerçekte yürümektedir. Dağlar, dünyanın sivri noktalarıdır. Gerçekte dağlar hareketli ise, onların oturduğu arz da hareketli demektir. Bundan dünyanın döndüğü ve hareket ettiği anlaşılabilir. Gerçi âyet Kıyamet olayında dağların yerinden kaldırılıp savrulacağını anlatmaktadır ama âyetin sonunda: "Bu, her şeyi en güzel biçimde yapan Allah'ın yapısıdır!" cümlesi, bu olayın, yıkım hali olan Kıyamet Olayından çok, dünyanın ince bir düzen halinde yapıldığını gösterir.

Keza Kur’ân-ı Kerîm, Yâsîn Suresinin 37-40. âyetlerinde güneşin de hareket ettiğini söylemektedir.

37. âyette, Allah'ın, geceden gündüzü soyup alınca yaratıkların karanlıkta kalacakları vurgulanır. Allah'ın yasası gereğince dünya döndükçe Güneşin karşısında bulunan yüzü arkaya geçer ve orası karanlıkta kalır. Önceden karanlık olan bölgelere Güneşin ışıkları yayılır. Gerçekten dünya döndükçe, üstündeki Güneş ışıkları bir yandan âdetâ dünyanın üstünden soyulup alınmakta, öte tarafın üstüne sarılmaktadır. Dünyayı böyle düzenli döndüren, her ân bir yanından ışığı alıp öbür yanına saran o yüce Yaratıcının kudreti ve planıdır. Allah'tan başka hangi kudret, bu kocaman kâinâtı yaratıp böyle düzenli yönetebilir?

Güneşin bizce görünen hareketi, bizim duyularımızın aldanmasından ibaret ise de esasen Güneş sabit değildir. Kendi ekseni çevresinde yaklaşık yirmibeş günde döndüğü gibi, sistemiyle, yani kendisine tâbi gezegenlerle birlikte bir doğrultuda hareket etmektedir.

Yâsîn Sûresinin 39’ncu âyetinde, Ayın, dünya çevresindeki yörüngesinde dolanıp ay sonunda aldığı hilâl görünümüne işaret ediliyor. Âyet, Ayın, sonunda Kadîm-i Urcûn gibi bir hal aldığını belirtir. el-‘Urcûn: hurma salkımının sapına denir. el-Kadîm de eski demektir. Hurmanın sapı eskidikçe incelir, eğrilir ve sararır. İşte ay sonunda Ay, tıpkı eski hurma sapı gibi ince, eğri ve sarımtırak bir görünüm verir. Bu benzetme hilâlin ilk ve son şeklini göstermekle kalmıyor, aynı zamanda Ayın, yörüngesinden geçerken Dünya çevresinde bir ayda dolandığı yolun biçimini de göstermiş oluyor. Ayın yolu tam dairesel olmayıp bir tarafı bombeli bir eğrilik arz eder.

40: Ne Güneş Aya ulaşıp onunla birleşir, ne de gece, gündüzün önüne geçer. Her biri kendi vaktinde hükmünü yürütür. Burada gece ve gündüz, Güneş ve Ay, birbiriyle yarışan ikişer canlı varlığa benzetilmiştir. Eğer Güneş Ayın önüne geçse, yani Ayın doğacağı zaman Güneş de doğsa, dünyanın bir yanında hep gündüz olur, gece olmaz; öbür yanında da hep gece olur, gündüz olmaz. Oysa insanların istirahatı için gece lâzım olduğu gibi, çalışıp kazanmaları için gündüz de lâzımdır. Bütün canlıların, özellikle bitkilerin Güneş ve Ay ışığına ihtiyacı vardır. Hâsılı düzenli hayat için gece de, gündüz de lâzımdır. Bundan dolayı Allah, Güneşe ve Aya ayrı zamanlarda doğup batmayı belirlemiştir. Hiçbiri ötekinin hakkına tecavüz etmez.

Güneş, Ay, bütün yıldızlar birer felekte yüzer. Felek, yuvarlak cisim veya daire demektir. Burada kasıt, Güneşin ve Ayın, uzaydaki yörüngeleridir. Bunlar tıpkı balığın suda yüzmesi gibi uzayda yüzmektedirler. Geniş zaman kipinin üçüncü şahıs çoğulu olan "يَسْبَحُونَ" yüzerler" demektir. Güneş ve Ay zikredildikten sonra tesniye (ikil) yerine çoğul fiil kullanılması, yalnız Güneşin ve Ayın değil, bütün yıldızların uzayda yüzdüğünü anlatır.

Âyetteki belâğat noktalarından biri de Güneş için idrâk, Ay için sebkat ta‘bîrinin kullanılmasıdır. İdrâk, (arkadan gelip yetişmek) ta‘bîri, sür‘atli bir hareketi gerektirir. Sebkat (geçmek) ta‘bîrinde de sür‘at vardır ama idrâkteki sür‘at daha fazladır. Bu da Güneşin hareketinin, Ayın hareketinden sür‘atli olduğu anlamına gelir.

Ay, bir ayda dünya çevresini, Dünya da kendisine tâbi Ay ile birlikte bir yılda Güneşin çevresini dolanır. Güneş de kendisine tâbi gezegenlerle birlikte bulunduğu yörüngede hareket eder. Eski gökbilimi, yıldızların, feleğe çakılı, sabit olduğunu söylerdi. O zamanın anlayışına göre yıldızın kendisi yürümez, onu taşıyan biri gerekirdi. İşte felek, yıldızı yürüten uzay parçasıdır. Hâlbuki Kur'ân, bunun tersine, yıldızların felekte yüzdüğünü söylüyor. Modern gökbilimi de yıldızların uzaydaki yörüngelerinde dolandığını söylemektedir. Demek ki Kur'ân'ın söylediği, modern gökbilimine uygun düşmektedir. Maamâfîh Kur'ân, Allah'ın yaratma kudretine dikkati çekmek için bu kâinât harikalarına işaret eder. Yoksa amacı, yaratılış yasalarını, astronomi kurallarını izah etmek değildir. Çünkü Kur'ân'ın temel amacı, insanları Allah'a kulluğa, güzel ahlâka, adâlete, doğruluğa yöneltmektir.

Güneşin ve Ayın birer felekte yüzdükleri, Enbiyâ Sûresinde de vurgulanmıştır:

Yer onları sarsmasın diye, onun üstünde dağlar yarattık ve istedikleri yere gidebilmeleri için orada geniş yollar açtık. Göğü korunmuş bir tavan yaptık; onlarsa hâlâ göğün âyetlerinden yüz çevirmektedirler. Geceyi, gündüzü, Güneşi, Ayı yaratan O'dur. Bunların her biri bir yörüngede yüzmektedir." (Enbiya: 31-33)

Bu âyetler de Allah'ın, dünyanın, sallanıp insanları sarsmaması için yeryüzünde yüksek dağlar yarattığını, fakat insanların istedikleri yere gidebilmeleri için de dağların arasına geçitler koyduğunu, göğü de dünyanın üzerinde korunmuş bir tavan kıldığını bildirmektedir.

Dünya, ilk anda alevli bir ateş idi. Kabuğu yavaş yavaş soğuyup merkezdeki ateşi çeviren bir kılıf halini aldı. Merkezi ateş olan Dünyadan yer yer ateşler fışkırmaktadır. İşte bunlar volkanlardır. Volkanlar, Dünyanın, merkezinde kükreyen ateşleri dışarıya atıp nefes alması, rahatlaması demektir.

Eğer Dünyada merkezi çeviren bu kaya tabakası olmasaydı, her yandan ateşler fışkırırdı. Ateş küreyi çevreleyen bu kaya tabakası, yer yer dağları oluşturmuştur. Dağlar, merkezi çevreleyen kaya tabakasının yükseltileridir. Dağlar olmasa, altındaki ateş kükrer, taşar ve her yandan volkanlar fışkırır. Dağlar, altındaki ateş tabakasını baskılamakta, onun fışkırmasını önlemektedir. Bunlar büyük depremleri önler (el-Cevâhir fî Tefsîri'l-Kur'ân: 10/190).

Allah'ın, "Sakfen mahfûza: Korunmuş tavan” kıldığı gök, Dünyanın üstünde kubbe gibi görünen atmosfer tabakasıdır. Yeryuvarlağının çevresini 600-1000 km. yüksekliğinde bir atmosfer tabakası sarmıştır (Son bilimsel araştırmalar, atmosfer tabakasının birkaç bin kilometreye kadar uzadığını göstermiştir. Encyclopedia Britannica: 2/307, Atmospher maddesi). İşte âyette şeytanların göğe sokulup gök haberlerini çalamayacaklarına, çünkü göğün korunduğuna işaret edildiği gibi; gök diye isimlendirilen atmosfer tabakasının, Yerkürenin koruyucusu olduğuna da işaret edilmektedir.

Uzaydan gelen Güneş ışınları, atmosferden süzülerek geçer. Güneşin bir anda yaydığı ışık şelâlesi, tâ ilk insandan bu yana insanların bugüne dek ürettikleri bütün enerjiden fazladır. İşte atmosfer tabakası, bir tavan gibi, uzaydan gelecek ışınlara karşı dünyayı korumakta, onları süzüp zararsız hale getirerek dünyaya vermektedir.

33’ncü âyette geceyi, gündüzü, Güneşi ve Ayı yaratan Allah'ın kudretiyle yıldızların her birinin bir felekte yüzdüğü belirtilir. Felek, yıldızların yörüngeleridir. İşte Yâsîn Sûresinde olduğu gibi burada da, yıldızlardan her birinin, bir yörüngede yüzdüğü, yani uydusu olduğu Güneşin çevresinde döndüğü gerçeğine işaret edilmiştir.

İlhamını Kur’ân'dan alan İslâm bilginleri, Avrupa'dan asırlarca önce dünyanın yuvarlak olduğunu, hem kendi, hem de güneş çevresinde döndüğünü söylemişlerdir. İmâm-ı Gazâlî (ölümü: 505/1111), Tehâfutu'l-Felasife'sinde aynen şöyle diyor:

"Ay tutulması arzın ay ile günes, arasına girmesinden ileri gelir. Çünkü ay, ışığını güneşten alır. Arz, yuvarlaktır. Gök her taraftan onu kuşatmıştır. Eğer ay, arzın gölgesine düşerse güneşin ışığını alamaz. Güneş tutulması da ayın, güneşe bakanla güneş arasına girmesinden ibarettir. Bunlar, hendesi ve matematik delîllerle sabit olan şeylerdir. Dine aykırı sanıp bunları inkâra kalkışan kimse, bunlara değil, dine şüphe sokmuş olur. Öylesinin, dine faydasından çok zararı dokunur.” (Gazâlî, Tehâfutu'l-Felâsife. s. 4. Mısır. 1303)

638 Hicrî tarihinde vefat eden Muhyi'd-Din İbnu'l-Arabî, Futuhât'ının birinci cildinde aynen şöyle der: "Allah, kemal sahibidir. Kâinâtta kendi kemalini göstermiş, gökleri mükemmel yaratmıştır. Mükemmel şekil küredir. Onun için Allah, Kâinâtı küreler halinde yaratmıştır. Dünya küre şeklindedir ve kendi ekseni etrafında dönmektedir. Bu dönüşünden gece gündüz meydana gelmektedir.

İbnu'l-Arabî, İspanya'da yetişmiş bir bilgindir. O zamanlar Müslüman İspanya’ya (Endülüs'e) Avrupa'dan Hıristiyan öğrenciler, papazlar gelip ilim öğreniyorlardı. İşte dünyanın yuvarlak olduğunu da Avrupa'lılar, Müslümanlardan öğrendiler. Kristof Kolomp, dünyanın yuvarlak olduğunu Müslümanlardan öğrenmişti. Galile dünyanın yuvarlak olduğunu, Gazâlî'den asırlarca sonra söylemiş ve bu fikri kendisini idam hükmüne kadar götürmüştü. Ancak sözünden dönmek pahasına kurtulabilmişti. O zaman Avrupa'da öylesine taassup ve İslâm dünyasında böylesine aydınlık hüküm sürüyordu.

Semerkant'ta Dünyanın ilk rasathanesini Kur’ân Özbek Türkü Emir Uluğ Beg, dünyanın güneş çevresindeki dönüş süresini bugünkü hesaplara çok yakın olarak tespit etmiştir.

 

 

   Copyright @ Süleyman Ateş